Aziz, Sıddık, Metin Kardeşlerim!
on aydan beri, münafıkların, bir resmî memuru elde
edip, bütün desiseleriyle yaptıkları hücum, en küçük bir
şakirdi sarsmadı. o iftiraları hiç hükmündedir. İspat etti-
ğimiz onun yüz plânına karşı, bir gazetenin sabık valinin
tekaüde sevkini bir mektubumuzda bulup, “Hilâf-ı vaki-
dir” diye, bir tek yanlış bulmuş. Hâlbuki, o yanlış, o ga-
zeteye aittir. Her ne ise; böylelerden böyle iftiralar, bin-
den bir tesiri bize olmadığı gibi, inşaallah daire-i nura da
zararı olmayacak. size söylediğim gibi, memurun iftira-
namesine çok ehemmiyet vermeyiniz, zihninizi bulandır-
masın. eğer müdafaatımda cevabı bulunmayan kanunî
nokta varsa, kısa cevap verirsiniz. Hem, deyiniz: “said
der ki: Bizi ve nurları beraat ettiren üç mahkemeyi kız-
dırmamak, tenkis etmemek için, o garazkârâne iddiana-
meye karşı cevap verip ehemmiyet vermeyeceğim. Bü-
yük müdafaatım, hususan on vecihle kanunsuzluğa tam
ve mükemmel bir cevaptır.”
{{{
(1)
o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ª°r
SÉp
H
Evve l â
: Bir inayettir ki, o adamın müfteriyâne iddia-
namesini işitemedim. Yoksa şiddetle konuşacaktım. rei-
se, seni mahkemeye veriyorum; yani haksızlığınla mah-
keme-i kübraya ve kanunsuzluğunla dünya mahkemesi-
ne. Ve avukatım yok dediğimden maksat, onlara “Bizim
umumumuzun küllî meselede vekilimizdir, benim hususî
aziz:
muhterem, saygın.
berâet:
temize çıkma; bir davanın
neticesinde suçsuz olduğu anla-
şılma.
daire-i Nur:
nur dairesi.
desise:
hile, oyun, aldatmaca.
ehemmiyet:
önem, değer, kıymet.
elem:
dert, üzüntü, maddî-manevî
ıztırap.
evvelâ:
birinci olarak, her şeyden
önce, ilk olarak.
garazkârane:
garez ve düşman-
lığa kapılarak, garazkârlıkla, düş-
mancasına.
hilâf-ı vâki:
gerçeğe zıt, vuku bu-
lana aykırı.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hücûm:
saldırma.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
iddianame:
iddia yazısı, savcının
bir dava konusundaki iddialarını
toplamış olduğu, isnat ettiği suç
ve delilleri de içine alan yazısı.
iftira:
aslı olmadan birine suç yük-
leme, olmayan bir suçu başkasına
yükleme.
iftiraname:
yalan yere birisini
suçlu gösteren yazı, belge.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
İspat:
doğruyu delillerle gösterme.
kanun:
yasa.
kanunî:
kanuna uygun, yasal.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
mahkeme-i kübra:
en büyük
mahkeme, öldükten sonra bütün
insanların diriltilerek Allah huzu-
runda hesaba çekileceği mah-
keme.
maksat:
gaye.
merhem:
acıyı, kederi teskin
eden şey.
mesele:
önemli konu.
metin:
sağlam ve dayanıklı;
kolaylıkla sarsılmayan, teleaşa
düşmeyen ve korkuya kapıl-
mayan.
müdafaat:
müdafaalar, savun-
malar.
müfteriyane:
iftira edercesine,
iftira ederek, karalarcasına.
münafık:
nifak sokan, arabo-
zucu; kalbinde küfrü gizlediği
halde Müslüman görünen.
plân:
bir şeyi gerçekleştirmek
için yapılan düzenleme.
reis:
başkan.
resmî:
devlet adına olan.
sabık:
geçen, önceki.
sevk:
gönderme, bir sonuca
bağlama.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tarif:
bir şeyi bütün vasıflarını
içine alacak şekilde anlatma.
tekaüt:
emekliye ayrılma.
tenkis:
noksanlaştırma, ku-
surlu hale getirme.
teskin:
sakinleştirme, yatış-
tırma.
umum:
bütün, herkes.
vecih:
cihet, yön.
vekil:
başkasının yerine ve
adına hareket eden, konuşan.
1.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 838 | Şualar