Bütün Müslümanlar için şayan-ı misal olan bu salâbet-i
diniye ve yüksek seciyeyi, arkadaşlarından bir yüzbaşı,
müşahedesine müsteniden anlatıyordu. Bunu duydukça,
ihtiyârsız olarak gözlerim yaşla doldu.
Abdurrahim
Gazetenin bu fıkrasının yazılmasını Üstadımız emret-
medikleri hâlde, hem çok merakaver, hem çok ibret, hem
çok heyecan verici olmasından, buraya yazılmıştır.
Hüs rev
{{{
Kardeşlerim!
Hem benim iştiham kesildiği, hem hediye bana dokun-
duğu için, benim hisseme düşen üç parça yağ ve bir se-
pet üzüm ve bir kese elma ve iki paket çay ve şekeri size
gönderdim. Ben sizlere teberrük verecektim; fakat sor-
dum, sizinki de var. Hem, ben onların fiyatıyla yoğurt,
yumurta, ekmek gibi şeyleri alacağım; tâ Medresetüzzeh-
ra benden gücenmesin, “teberrükümü yemedi.” Hem
muhtaca, hem bir parça ucuz, hem lâyıklara satınız ki; iki
cihetle Medresetüzzehra ve şubelerinin hediyeleri tam
mübarek, hem bana, hem alanlara ilâçlı bir teberrük ol-
sun. Hüsrev nezaretçi ve Ceylan, Hıfzı satıcı olsun.
Said Nursî
{{{
cihet:
yön.
fıkra:
gazetelerde gündelik
olaylar hakkında yazılan köşe
yazısı.
heyecan:
birden bire şiddetle
hislenme, ürperme, duygu-
larda ve ruhî yapıda meydana
gelen coşkunluk.
hisse:
pay, nasip.
ihtiyar:
irade, tercih.
kese:
kumaştan veya örgüden
yapılan küçük torba, poşet.
lâyık:
vasıfları, nitelikleri, özü,
hareket ve davranışlarıyla bir
şeyi elde etmeye hak kazan-
mış olan.
Medresetüzzehra:
Bediüzza-
man’ın doğuda (Van) yapılma-
sını idarecilere teklif ettiği, fen
ilimleriyle din ilimlerinin bir-
likte okutulmasını düşündüğü
üniversite.
merakaver:
merak verici, dü-
şündürücü, meraklandırcı.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
müsteniden:
istinat ederek,
dayanarak.
müşahede:
bir şeyi gözle
görme, seyretme.
nezaret:
gözetme, bakma,
kontrol etme.
salâbet-i diniye:
din sağlam-
lığı, dinin emirlerini korumakta
ve tatbik etmekteki ciddiyet.
seciye:
iyi huy, karakter.
şayan-ı misal:
misal göster-
meye lâyık.
teberrük:
.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 828 | Şualar