geçen on beş mavzerimizi aldılar. Bir-iki ay sonra Harb-i
Umumî patladı; ben tüfeklerimi geri aldım. Her ne ise...
Bu hâller münasebetiyle benden sordular ki: “dehşetli
fedaîleri bulunan ermeni komitesi sizden korkuyorlar ki,
siz Van’da erek dağına çıktığınız zaman, fedaîler sizden
çekinip dağılıyorlar, başka yere gidiyorlar. Acaba sizde
ne kuvvet var ki öyle oluyor?”
Bende cevaben diyordum: “Madem fânî dünya haya-
tı, küçücük ve menfî milliyetin muvakkat menfaati ve se-
lâmeti için bu harika fedakârlığı yapan ermeni fedaîleri
karşımızda görünürler; elbette hayat-ı bâkiyeye ve pek
büyük İslâm milliyet-i kudsiyesinin müspet menfaatlerine
çalışan ve “ecel birdir” itikat eden talebeler, o fedaîler-
den
(HaşİYe)
geri kalmazlar. lüzum olsa, o kat’î ecelini ve
zahirî birkaç sene mevhum ömrünü, milyonlar sene bir
ömre ve milyarlar dindaşların selâmetine ve menfaatine
tereddütsüz, müftehirâne feda ederler.”
Said Nursî
{{{
(1)
o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ª°r
SÉp
H
Aziz, Sıddık, Vefadar ve Şefkatli Kardeşlerim!
İki gündür hem başımda, hem asabımda tesirli bir
nezle ağrısı var. Böyle hâllerde bir derece dostlarla
Şualar | 823 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
menfaat:
fayda.
menfi:
olumsuz, müspet olmayan.
mevhum:
hakikatte olmayan, ve-
him ve hayal ürünü olan.
milliyet-i kudsiye:
mukaddes ve
kıymetli milliyet.
muvakkat:
geçici.
müftehirâne:
iftiharla, iftihar ede-
rek, övünerek, gururlu bir şekilde.
münasebet:
vesile, … -dan dolayı.
müspet:
gerçek, doğru, yararlı
olanı yapan veya arayan.
selâmet:
salimlik, eminlik; sıkıntı,
korku ve endişeden uzak olma.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
şefkat:
karşılıksız sevgi besleme,
içten ve karşılıksız merhamet.
talebe:
öğrenci.
tereddüt:
kararsızlık, şüphede
kalma.
teselli:
avunma.
vefadar:
sözünde ve dostluğunda
devamlı olan, vefalı dost.
zahirî:
görünürde.
asap:
sinirler, sinir sistemi.
aziz:
muhterem, saygın.
cevaben:
cevap olarak, karşı-
lık şeklinde.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
dindaş:
aynı dinden olan, din
kardeşi.
ecel:
her canlının Allah tara-
fından takdir edilen ölüm
vakti.
fânî:
ölümlü, geçici.
feda:
uğruna verme, kurban
olma.
fedaî:
canını esirgemeyen,
mühim bir maksat uğruna ca-
nını vermeye hazır bulunan.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, feda
eden.
Harb-i umumî:
genel harp,
umumî savaş; 1914-1918 yıl-
ları arasında cereyan eden Bi-
rinci Dünya Savaşı.
harika:
olağanüstü.
haşiye:
dipnot.
hayat-ı bakıye:
bâkî olan,
sonsuz hayat, ahiret hayatı.
itikat:
kesin inanma, iman.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
komite:
kötü bir maksat için
toplanmış gizli cemiyet.
kuvvet:
güç, kudret.
madem:
… -den dolayı, böyle
ise.
mavzer:
bir cins tüfek.
1.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.
HaşİYe:
kardeşlerim namına âcizâne diyorum ki: lüzum olursa, inşa-
allah çok ileri geçeceğiz. Bizler dinde olduğu gibi, kahramanlıkta da ec-
dadımızın vârisleri olduğumuzu göstereceğiz.