mazlumiyetimize acıyıp nurlara sarılanların çoğalmasına
ve hazır büyük hatalara rıza ile vatan ve millet ve din ha-
inlerine dehalet etmediğimize bir hüccet olması lâzımdı.
Said Nursî
{{{
(1)
o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ª°r
SÉp
H
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
ehl-i vukufun insafsızca ve hatalı ve haksız tenkitleri,
Vehhabîlik damarıyla İmam-ı Ali’nin (radıyallahü anhü)
nurlarla ciddî alâkasını ve takdirini çekemeyerek ve ge-
çen sene zemzem suyunu döktüren ve bu sene haccı me-
neden evhamın tesiri altında o yanlış ve hasudâne itiraz-
ları Beşinci Şuaa etmişler. Bu sırada, böyle evhamlı ve te-
lâşlı bir zamanda, bizim için en selâmetli yer hapistir. İn-
şaallah nurlar hem kendimizin, hem kendilerinin serbes-
tiyetini kazandıracaklar. Madem emsalsiz bir tarzda, çok
ağır şerait altında, pek çok muarızlar karşısında, bu de-
rece, nurlar kendilerini okutturuyorlar, talebelerini hapis-
te çeşit çeşit suretlerde çalıştırıyor, perişaniyetlerine ina-
yet-i İlâhiye ile meydan vermiyorlar; biz, bu dereceye ka-
naat edip, şekva yerinde şükretmekle mükellefiz. Benim
bütün şiddetli sıkıntılara karşı tahammülüm bu kanaatten
geliyor. Vazife-i İlâhiyeye karışmam.
Said Nursî
{{{
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
aziz:
muhterem, saygın.
ciddî:
gerçek olarak, hakikaten.
dehalet:
sığınmak, yardım isteyiş,
birinin himaye ve merhametine
sığınma.
ehl-i vukuf:
bir mesele hakkında
bilgi ve yetki sahibi olanlar, hâ-
kimler.
emsalsiz:
benzersiz.
evham:
vehimler, zanlar, kuşkular,
esassız şeyler, kuruntular.
hasudâne:
kıskançlıkla, hasetçi-
likle.
hüccet:
delil.
inayet-i İlâhiye:
Allah’ın yardımı.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
itiraz:
kabul etmediğini belirtme,
karşı çıkma.
kanaat:
hırs göstermeden kısme-
tine razı olmak, elindeki ile yetin-
mek; inanma, görüş.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
madem:
… -den dolayı, böyle ise.
mazlumiyet:
mazlumluk, zulüm
görmüşlük.
men:
yasak etme, engelleme,
mâni olma.
muarız:
muhalefet eden, karşı çı-
kan, muhalif.
mükellef:
sorumlu ve yükümlü
olan, bir şeyi yapmaya mecbur
olan, vazifeli.
perişaniyet:
perişanlık, karışık ve
dağınık olma, acınacak hâlde bu-
lunma.
radıyallahü anh:
Sahabe veya İs-
lâm büyüklerinin adı geçtiğinde
söylenilen “Allah ondan razı olsun”
manasında dua. Tek erkek için
söylenir.
rıza:
razılık, razı olma, hoşnutluk,
memnunluk.
selâmet:
salimlik, eminlik; sı-
kıntı, korku ve endişeden uzak
olma.
serbestiyet:
serbestlik, rahat
ve serbest olma hâli.
suret:
biçim, şekil, tarz.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
şekva:
şikâyet.
şerait:
şartlar.
şükür:
Allah’ın nimetlerine
karşı memnunluk gösterme,
gerek dil ile gerekse hâl ile Al-
lah’ı hamd etme.
tahammül:
zora dayanma,
kötü ve güç durumlara karşı
koyabilme, katlanma.
takdir:
kıymet verme, be-
ğenme.
talebe:
öğrenci.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tenkit:
eleştirme.
vazife-i İlâhiye:
doğrudan
doğruya Allah’a ait olan iş ve
vazife.
Vehhabî:
Muhammed bin Ab-
dülvehhab tarafından geçen
asırda Arabistan’da meydana
getirilen İslâmî bazı mesele-
lerde ifrat eden ve Arap milli-
yetçiliği yapan mezhep.
zemzem:
Kâbe-i Mükerre-
me’nin yanında bulunan ku-
yunun adı ve bu kuyunun
suyu.
1.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 818 | Şualar