tenkidiyle hücum etmişler. tahminimce bu rapor iddiana-
meden evvel buraya gelmiş ki, bazı noktaları iddianame
ondan almış. öyle ise, Cetvelimiz onlara dahi tam cevap-
tır. siz nasıl bilirsiniz? Hem yeni cevabımız nasıldır, iyi
midir? pek acele ve perişan bir hâlde yazdım.
Sani yen
: Şimdiye kadar zahiren bizim şahıslarımızla
ve cemiyet ve tarikat ve cüz’î bazı hususî mektuplar ile
bizimle meşgul oluyordular. Şimdi
Siracünnur
,
Hücu-
mat-ı Sitte’
nin müsaderesiyle ve ehl-i vukufun nurlara
nazarı çevirmeleriyle ve gizli düşmanlarımızın desiseleriy-
le bu vatanın bir medar-ı rahatı olan risale-i nur’a bir
nevi hücum olmasından; şimdiye kadar çok defa olduğu
gibi, aynen bu memlekete bu hücumun aynı zamanında
hem iki şiddetli zelzele –ki, ben o bahsi yazarken– geldi.
Beni tasdik edip, “Yazıya lüzum yok” dedi. Ben de daha
yazmadım. Bugün de işittim ki, harb korkusu başlamış.
Ben de buranın âmirine dedim. Şimdiye kadar ne vakit
nurlara hücum edilse ya zemin hiddet eder veya harb
korkusu başlar.” tesadüf ihtimali kalmayacak derecede
çok hâdiseleri gördük ve mahkemelere dahi gösterildi.
demek bu günlerde, bilmediğim hâlde nurlar hakkında
şiddetli telâşım ve ehl-i vukufun hasudâne tenkitleri ve
nurun bir mühim mecmuasının müsaderesi, sadaka-i
makbule mahiyetinde musibetlerin def’ine bir vesile olan
siracünnur tesettür perdesinin altına girdi, zelzele ve
harb korkusu başladı.
Said Nursî
{{{
Şualar | 811 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
rapor:
her hangi bir işte, bir ko-
nuda yapılan inceleme ve araş-
tırma sonucu, düşünceleri veya
gözlemleri bildiren yazı.
sadaka-i makbule:
Allah tarafın-
dan hoş karşılanmış, kabul edilmiş
sadaka.
saniyen:
ikinci olarak.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için şey-
hin gözetiminde müridin takip
edeceği terbiye usul ve yolu.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
tenkit:
eleştirme.
tesettür:
örtünme, gösterilmesi
dinen yasak olan kısımların örtül-
mesi.
vesile:
aracı, vasıta.
zahiren:
görünüşte.
zelzele:
yer sarsıntısı, deprem.
zemin:
yeryüzü.
amir:
memurun üstü, emre-
den, buyuran.
bahis:
konu.
cemiyet:
manevî birlik teşkil
eden topluluk.
cetvel:
çizelge, liste.
cüz’î:
küçük, az; kıymetsiz,
önemsiz.
def:
kovma, uzaklaştırma.
desise:
hile, oyun, aldatmaca.
ehl-i vukuf:
bir mesele hak-
kında bilgi ve yetki sahibi
olanlar, hâkimler.
evvel:
önce.
hâdise:
olay.
harp:
savaş, cenk, devletler
arasında meydana gelen kanlı
ve silâhlı kavga.
hasudâne:
kıskançlıkla, haset-
çilikle, hasûd olan kimseye
benzer surette.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hususî:
özel.
hücum:
saldırma.
iddianame:
iddia yazısı, sav-
cının bir dava konusundaki id-
dialarını toplamış olduğu, isnat
ettiği suç ve delilleri de içine
alan yazısı.
ihtimal:
olabilirlik.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,
tabiatı, niteliği.
mecmua:
tertip ve tanzim
edilmiş şeylerin hepsi, kolek-
siyon.
medar-ı rahat:
rahatlama se-
bebi.
meşgul:
bir işle uğraşan, ilgi-
lenen.
musibet:
felâket, belâ.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
müsadere:
toplatma, elden
alma.
nazar:
bakış, dikkat.
nevi:
çeşit, tür.