Ben de size, bütün dostlarıma beyan ediyorum ki:
Bütün ruhucanımla, hatta nefs-i emmaremle beraber
Risale-i Nur’un ve sizlerin selâmetine, şahsıma gelen bü-
tün zahmetleri manevî sevinç ve memnuniyetle kabul edi-
yorum. Cennet ucuz olmadığı gibi, cehennem de lüzum-
suz değil. Dünya ve zahmetleri fânî ve çabuk geçici oldu-
ğu gibi, bize gizli düşmanlarımızdan gelen zulüm de mah-
keme-i kübrada ve kısmen de dünyada yüz derece ziyade
intikamımız alınacağından, hiddet yerinde onlara teessüf
ediyoruz.
Madem hakikat budur; telâşsız ve ihtiyat içinde kemal-
i sabır ve şükürle, hakkımızda cereyan eden kaza ve
kader-i İlâhî ve bizi himaye eden inayet-i İlâhiyeye karşı
teslim ve tevekkülle ve buradaki kardeşlerimizle de hali-
sâne ve tesellikârâne ve samimâne ve mütesanidâne ha-
kikî bir ülfet ve muhabbet ve sohbetle ramazan-ı şerifte
hayrı birden bine çıkan evratlarımızla meşgul olup ilmî
derslerimizle bu cüz’î, geçici sıkıntılara ehemmiyet ver-
memeye çalışmak büyük bir bahtiyarlıktır. Ve nurun pek
ehemmiyetli bu imtihanındaki tesirli dersleri ve muarız-
lara kendini okutturması, ehemmiyetli bir fütuhat-ı nuri-
yedir.
(HaşİYe)
Said Nursî
{{{
Şualar | 803 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
lah’ın kader kanunu.
kaza-i İlâhî:
Allah’ın emrinin, tak-
dirinin yerine gelmesi.
kemal-i sabır:
sabrın mükemmel
oluşu, tam ve mükemmel bir sa-
bır.
kemal-i şükür:
tam bir şükür ve
teşekkür ile.
kısmen:
kısmî olarak, bazı yön-
den.
madem:
… -den dolayı, böyle ise.
mahkeme-i kübra:
en büyük
mahkeme, öldükten sonra bütün
insanların diriltilerek Allah huzu-
runda hesaba çekileceği mah-
keme.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
memnuniyet:
memnunluk, razılık,
sevinçli oluş, mesruriyet.
meşgul:
bir işle uğraşan, ilgilenen.
muarız:
muhalefet eden, karşı çı-
kan, muhalif.
muhabbet:
ülfet, sevgi, sevme,
dostluk.
mütesanidâne:
mütesanit olarak,
birbirine dayanıp kuvvet vererek.
nefs-i emmare:
insanı kötülüğe
sürükleyen nefis, insana kötü ve
günah olan işlerin yapılmasını em-
reden nefis.
ramazan-ı şerif:
mübarek, şerefli
ramazan ayı.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
ruhucan:
ruh ve can; ruh ve canla.
sabık:
geçen, önceki.
samimâne:
samimî bir şekilde, gö-
nülden gelen bir tavırla.
selâmet:
salimlik, eminlik; sıkıntı,
korku ve endişeden uzak olma.
setretmek:
örtmek, kapatmak,
gizlemek.
talebe:
öğrenci.
teessüf:
üzülme, eseflenme, bir
şeyin tesirini hissetme, acı duyma.
tesellikârâne:
teselli bulana yakı-
şır şekilde, teselli bularak.
tevekkül:
bir işi gerçekleşmesi için
gereken çalışmayı ve çabayı gös-
terip sebeplere başvurduktan
sonra işi Allah’a bırakma.
ülfet:
alışma, kaynaşma, dostluk.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşakkat.
ziyade:
çok, fazla.
bahtiyar:
bahtlı, tâli’li, mes’ut
, mutlu.
beyan etmek:
açıklamak, bil-
dirmek, izah etmek.
cereyan:
akım, fikir, sanat
veya siyaset hareketi.
cüz’î:
küçük, az; kıymetsiz,
önemsiz.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
ehemmiyetli:
önemli.
evrat:
virtler, okunması âdet
olan dinî dualar.
fânî:
ölümlü, geçici.
fütuhat-ı Nuriye:
Nur’un za-
ferleri, Risale-i Nur ile yapılan
iman ve Kur’ân hizmetinin akıl
ve kalpleri kendine cezp et-
mesi, kalpleri fethetmesi.
gerçi:
öyle ise de, her ne ka-
dar.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek.
halisâne:
temiz kalplilikle, sa-
mimî bir şekilde, sırf Allah rı-
zasını gözeterek.
haşiye:
dipnot.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
himaye:
koruma, muhafaza
etme.
hizmet-i Nuriye:
Nur hizmeti,
Risale-i Nur için çalışma.
hususan:
bilhassa, özellikle.
ihtiyat:
geleceği düşünerek
tedbirli hareket etme.
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
inayet-i İlâhiye:
Allah’ın yar-
dımı.
inkâr:
reddetme, inanmama,
kabul ve tasdik etmeme.
intikam:
öç alma, kendisine,
bulunduğu topluluğa veya be-
nimsediği bir şeye karşı yapı-
lan kötülüğe karşılık verme.
kader-i İlâhî:
İlâhî kader, Al-
HaşİYe:
Bazı kardeşlerimizin, lüzumsuz, talebeliğini inkâr, hususan ...
eskide ehemmiyetli kendi hizmet-i nuriyelerini lüzumsuz setretmeleri,
gerçi çirkin, fakat onların sabık hizmetleri için affedip gücenmemeliyiz.