bakmamaya karar verdim. siz dahi, haklı ve haksız olsa
benlik yapmamak, üstadımız olan şakirtlerin şahs-ı ma-
nevîsi namına istiyorum. eğer o acip yerde beraber bu-
lunmaktan gizli parmaklar karışıyorlar, biriniz tahirî’nin
koğuşuna gidiniz.
Said Nursî
{{{
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
rica ederim, üçünüzün hakkında birbirinden ziyade gü-
cenmeye ehemmiyet verdiğimden gücenmeyiniz. Çünkü,
Hüsrev’le Feyzi’de benim gibi insanlardan tevahhuş ve sı-
kılmak var. Hem birbirine bir derece meşrepçe ayrıdırlar.
Ve sabri ise, akraba ve tarz-ı maişet cihetinde hayat-ı iç-
timaiye ile birkaç vecihte alâkadar ve ihtiyata mecburdur.
İşte üçünüz bu ihtilâf-ı meslek ve meşrep haysiyetiyle o
dağdağalı koğuşta ve sıkıntılı kalabalık içinde her hâlde
tam tahammül ve sabır edemediğinizden ben telâş edip
vesvese ediyorum. Çünkü, pek az bir muhalefet bu sıra-
da pek zararı var.
Said Nursî
{{{
Şualar | 797 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
şakirt:
talebe, öğrenci.
tahammül:
zora dayanma, kötü
ve güç durumlara karşı koyabilme,
katlanma.
tarz-ı maişet:
yaşama tarzı, geçim
şekli.
tevahhuş:
yalnızlaşma, vahşî-
leşme, yabancılaşma.
vecih:
cihet, yön.
vesvese:
şüphe, kuruntu, kalbe
gelen asılsız kötü ve sinsi düşünce.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
aziz:
muhterem, saygın.
cihet:
yön.
dağdağa:
gürültü, beyhude te-
lâş ve ıztırap.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal ha-
yat, toplum hayatı.
ihtilâf-ı meslek:
mesleklerin
ayrılması, farklılığı.
ihtilâf-ı meşrep:
ahlâk ve
huyların farklılığı, çeşitliliği.
ihtiyat:
geleceği düşünerek
tedbirli hareket etme.
koğuş:
hastahane, kışla, ha-
pishane gibi umumî binalarda
çok sayıda kişinin oturmasına
veya yatmasına mahsus bü-
yük oda.
kusur:
eksiklik, özür, suç, ka-
bahat.
mecbur:
zorunlu olma, zo-
runda kalma.
muhalefet:
birinin düşünce-
sine zıt düşüncede bulunma,
karşı koyma, bir düşünce, fiil
veya harekete karşı durma.
nam:
ad.
rica:
dileme, isteme.
sabır:
başa gelen üzücü olay-
lara, belâ ve afetlere veya bir
haksızlığa katlanma, taham-
mül göstererek Allah’a tevek-
kül edip sıkıntılara göğüs
germe.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs,
belli bir kişi olmayıp bir cema-
atten meydana gelen manevî
şahıs.