Şualar - page 807

münafıklar, dindarlara karşı namazsız sefahatçileri ve
mürtet komünistleri istimal etmek istiyorlar, hatta par-
maklarını buraya da sokmuşlar.
Bir Haşiyecik:
dün kalbimde bir ferah ve sevinç var-
dı. Birden baktım. nurs’taki kardeşim, nurs’un balını bir
matara içinde sekiz ay evvel bana, emirdağ’ına gönder-
mişti. dün de emirdağ’ından bana geldi. “Aman, bana
çabuk getirin” dedim. Bekledim, gelmedi; o sevinç bir
hiddete döndü. Yüz matara kadar yanımda kıymetli bulu-
nan o ballı matarayı yabanî ellere verip, çarşıya gönderil-
mesi sebep olup, o matara da birdenbire kırıldı. kırk se-
kiz seneden beri görmediğim nurs köyümün, meskat-ı
re’simin bir teberrükü olan o tatlıdan bayram tatlısı ola-
rak her bir kardeşim bir parçacığını tatsın diye bir miktar
gönderdim.
Said Nursî
{{{
Aziz, Sıddık, Sarsılmaz Kardeşlerim!
sizi ruhucanımla tebrik ederim ki, çabuk yaramızı
tedavi ettiniz. Ben de bu gece şifadan tam ferahlandım.
zaten Medresetüzzehra tevessü edip, hakikî ihlâs ve tam
fedakârâne terk-i enaniyeti ve tevazu-i tammı daire-i
nurda aşılıyor, neşreder. elbette gayet cüz’î ve muvak-
kat hassasiyet ve titizlik ve nazlanmak, o kuvvetli dersini
ve uhuvvet alâkasını bozamaz. Ve İhlâs lem’ası, bu
Şualar | 807 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
nini bırakarak eski dinine veya
başka bir dine geçmiş olan, din
değiştiren.
neşir:
kitap yazma, basma, çı-
karma; herkese duyurma, yayma.
ruhucân:
ruh ve can; ruh ve canla.
sefahat:
zevk, eğlence ve yasak
şeylere düşkünlük, sefihlik.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
şifa:
bedenî ve ruhî bir hastalığın
son bulması, sağlığına kavuşma.
teberrük:
bir şeyi bereket veya
saadet vesilesi sayma, kabul
etme.
terk-i enaniyet:
benlik ve enani-
yetten vazgeçme.
tevazu-ı tam:
tam bir alçak gö-
nüllülük.
tevessü:
genişleme, yayılma.
uhuvvet:
kardeşlik, din kardeşliği.
yabanî:
.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
aziz:
muhterem, saygın.
cüz’î:
küçük, az; kıymetsiz,
önemsiz.
daire-i Nur:
nur dairesi.
dindar:
dinî kaidelere hakkıyla
riayet eden, dininin emirlerini
yerine getiren, mütedeyyin.
evvel:
önce.
fedakârâne:
fedakârca, feda-
kârlıkla.
ferah:
gönül açıklığı, sevinç,
sevinme.
gayet:
son derece.
hakikî:
gerçek.
hassasiyet:
hassaslık, dikkat-
lilik, ihtimamlılık.
haşiye:
dipnot.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli
başka bir karşılık beklemeksi-
zin, sırf Allah rızası için yapma.
istimal:
kullanma.
komünist:
bütün malların or-
taklaşa kullanıldığı ve özel
mülkiyetin olmadığı iddiasında
bulunan düzen in mensubu
olan kimse.
kıymet:
değer.
matara:
yolcuların ve asker-
lerin kullandığı, üzeri çeşitli ku-
maşlarla kaplı madenî su kabı.
Medresetüzzehra:
Bediüzza-
man’ın doğuda (Van) yapılma-
sını idarecilere teklif ettiği, fen
ilimleriyle din ilimlerinin bir-
likte okutulmasını düşündüğü
üniversite.
meskat-ı re’s:
bir kimsenin
doğduğu yer.
muvakkat:
geçici.
münafık:
nifak sokan, ara bo-
zucu; kalbinde küfrü gizlediği
hâlde Müslüman görünen.
mürtet:
irtidat eden, İslâm di-
1...,797,798,799,800,801,802,803,804,805,806 808,809,810,811,812,813,814,815,816,817,...1581
Powered by FlippingBook