(1)
o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ª°r
SÉp
H
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Merak etmeyiniz, biz inayet altındayız. Zahiren zahmet-
ler altında rahmetler var
. ehl-i vukufu mecbur etmişler ki,
bir parçasını çürütsünler. elbette onların kalbleri nurcu
olmuş.
Said Nursî
{{{
o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ª°r
SÉp
H
Aziz, Sıddık, Sarsılmaz,Telâş Etmez, Ahireti
Bırakıp Fânî Dünyaya Dönmez Kardeşlerim!
Bir parça daha burada kalmaktan, meselemizi bir de-
rece genişlendirmek istemelerinden mahzun olmayınız;
bilakis, benim gibi memnun olunuz. Madem ömür dur-
muyor, zevale koşuyor, böyle çilehanede uhrevî meyve-
leriyle bâkîleşiyor. Hem, nurun ders dairesi genişliyor.
Meselâ, ehl-i vukufun hocaları, tam dikkatle
Siracünnur’
u
okumaya mecbur oluyorlar. Hem, bu sırada çıkmamızla,
bir-iki cihetle hizmet-i imaniyemize bir noksan gelmek
ihtimali var. Ben sizlerden şahsen çok ziyade sıkıntı
çektiğim hâlde çıkmak istemiyorum. siz de mümkün
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
aziz:
muhterem, saygın.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve kalıcı
olan.
bilakis:
aksine, tersine, tam tersi,
tersine olarak.
cihet:
yön.
çilehane:
çile yeri, çile çekilen yer.
ehl-i vukuf:
bir mesele hakkında
bilgi ve yetki sahibi olanlar, hâ-
kimler.
fânî:
ölümlü, geçici.
hizmet-i imaniye:
imana ait
hizmet, iman ve Kur’ân haki-
katlerinin ikna edici ve ilmî de-
lillerle anlaşılmasına hizmet
etme.
ihtimal:
olabilirlik.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
madem:
… -den dolayı, böyle
ise.
mahzun:
hüzünlü, kederli,
kaygılı, dertli, üzüntülü.
mecbur:
zorunlu olma, zo-
runda kalma.
meselâ:
örneğin.
mesele:
önemli konu.
noksan:
eksiklik, kusurlu oluş.
Nurcu:
Bediüzzaman Said Nur-
sî’nin eserlerine ve fikirlerine
taraftar olan, Risale-i Nur’ları
okuyup neşreden kimse.
rahmet:
şefkat, merhamet,
bağışlama ve esirgeyicilik.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
şahsen:
şahıs itibarıyla, şa-
hısça, bizzat, kendisi.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete
ait, ahiret âlemiyle ilgili.
zahiren:
görünüşte.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşak-
kat.
zeval:
sona erme, yok olma,
ölme.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
1.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 812 | Şualar