gönderdim. siz bal matarasına su koyun, karıştırınız. son-
ra zemzemi içine bırakınız, kemal-i afiyetle içiniz.
Said Nursî
{{{
(1)
o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ª°r
SÉp
H
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
ehemmiyetli bir taraftan ehemmiyetli ve manidar bir
sual edilmiş. Bana sordular ki: “sizin cemiyet olmadığı-
nız üç mahkeme o cihette beraat vermesiyle ve yirmi se-
neden beri tarassut ve nezaret eden altı vilâyetin o nok-
tadan ilişmemeleriyle tahakkuk ettiği hâlde, nurcularda
öyle harika bir alâka var ki, hiçbir cemiyette hiçbir komi-
tede yoktur. Bu müşkülü halletmenizi isteriz” dediler.
Ben de cevaben dedim ki: “
Evet, Nurcular cemiyet me-
miyet, hususan siyasî ve dünyevî ve menfî ve şahsî ve ce-
maatî menfaat için teşekkül eden cemiyet ve komite de-
ğiller ve olamazlar.
Fakat, bu vatanın eski kahramanları kemal-i sevinçle
şahadet mertebesini kazanmak için ruhlarını feda eden
milyonlar İslâm fedaîlerinin ahfatları, oğulları ve kızları o
fedaîlik damarından irsiyet almışlar ki, bu harika alâkayı
gösterip denizli Mahkemesinde bu âciz bîçare kardeşle-
rine bu gelen cümleyi onlar hesabına söylettirdiler:
Şualar | 821 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
lerin kullandığı, üzeri çeşitli ku-
maşlarla kaplı madenî su kabı.
menfaat:
fayda.
menfi:
olumsuz, müspet olmayan.
mertebe:
derece, basamak.
müşkül:
güçlük, zorluk.
nezaret:
gözetme, bakma, kontrol
etme.
Nurcu:
Bediüzzaman Said Nur-
sî’nin eserlerine ve fikirlerine ta-
raftar olan, Risale-i Nur’ları okuyup
neşreden kimse.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın temeli
ve sebebi olan manevî varlık.
siyasî:
siyasetle ilgili, siyasete ait.
sual:
soru.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
şahadet:
şehitlik, şehit olma.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, hususî.
tarassut:
gözetme, göz altında
tutma.
teşekkül:
şekillenme, meydana
gelme.
vilâyet:
il.
zemzem:
Kâbe-i Mükerreme’nin
yanında bulunan kuyunun adı ve
bu kuyunun suyu.
âciz:
zayıf, güçsüz, zavallı.
ahfat:
oğul oğulları, torunlar.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
aziz:
muhterem, saygın.
beraat:
temize çıkma; bir da-
vanın neticesinde suçsuz ol-
duğu anlaşılma.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cemaatî:
cemaate ait, toplu-
luğa ait olan.
cemiyet:
topluluk, birlik.
cevaben:
cevap olarak, karşı-
lık şeklinde.
cihet:
yön.
dünyevî:
dünyaya ait.
ehemmiyetli:
önemli.
feda:
uğruna verme, kurban
olma.
fedaî:
canını esirgemeyen,
mühim bir maksat uğruna ca-
nını vermeye hazır bulunan.
hall:
çözme, karışık bir mese-
leyi şüphe edilmeyecek dere-
cede açıklama.
harika:
olağanüstü.
hususan:
bilhassa, özellikle.
irsiyet:
soya çekim.
kemal-i afiyet:
sıhhat ve sağ-
lığın mükemmelliği, tam ve
mükemmel sıhhat.
kemal-i sevinç:
tam bir sevinç
ve mutluluk.
komite:
kötü bir maksat için
toplanmış gizli cemiyet.
manidar:
nükteli, ince manalı.
matara:
yolcuların ve asker-
1.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.