Müşfik Üstadımız Efendimiz!
siz sevgili üstadımızdan bize gönderilen ve müdafaatın
sonuna ilâve edilen üç kıymettar mektubunuzla Hüve
nüktesini nasıl bulduğumuzu siz sevgili üstadımıza arz et-
memizi, bir mübarek kardeşimizle siz sevgili üstadımız
emretmişler.
Sevgili Üstadımız Efendimiz!
Birinci mektubunuz, yirmi seneden beri tarassutlar ve
nezaretlerle beraber altı vilâyet ve üç mahkemenin bula-
mayıp beraat verdikleri cemiyetçilikten sizde hiçbir eser
görülmediği hâlde, hiçbir cemiyette ve hiçbir komitede
görülmeyen nurculardaki harika alâka, ehemmiyetli bir
taraftan bir sual ile siz sevgili üstadımızdan sorulmuş
olup, şahadet mertebesini kazanmak için ruhlarını feda
eden milyonlar İslâm fedaîlerinin ahfatları ve evlâtları, o
fedaîliği ecdatlarından irsiyet aldıkları içindir ki, siz sevgili
üstadımıza mahkemeleri hayret ettirip susturan, “Milyon-
lar kahraman başlar feda oldukları bir hakikate başımız
dahi feda olsun” diye acip cümleyi söyletmeye vesile olan
talebelerinizde gördüğünüz hakikî, halis, sırf rıza-i İlâhî ve
müspet ve uhrevî fedakârlığın karşısında, menfi cemaat
ve komitelerin mağlûp oldukları, hem nurcuları dağıtmak
isteyenlerin inşaallah muvaffak olamayacakları ve hem
nurun ve imanın fedaîlerini çoğaltmaya sebebiyet vere-
cekleri izah edilmekle cevap verilmiştir.
Şualar | 831 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
inanma, Allah’a inanma.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
irsiyet:
soya çekim.
izah:
açıkça ortaya koyma, bir ko-
nuyu ayrıntılarıyla, eksiksiz an-
latma.
komite:
kötü bir maksat için top-
lanmış gizli cemiyet.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
mağlûp:
yenilmiş, kendisine galip
gelinmiş, yenilen kimse.
menfi:
olumsuz, müspet olmayan.
mertebe:
derece, basamak.
muvaffak:
başaran, başarmış, ba-
şarılı.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
müdafaat:
müdafaalar, savunma-
lar.
müspet:
menfi olmayan, pozitif,
olumlu.
müşfik:
şefkatli, merhametli, acı-
yan; seven, sevgi ve ilgi gösteren.
nezaret:
gözetme, bakma, kontrol
etme.
Nurcu:
Bediüzzaman Said Nur-
sî’nin eserlerine ve fikirlerine ta-
raftar olan, Risale-i Nur’ları okuyup
neşreden kimse.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın temeli
ve sebebi olan manevî varlık.
rıza-i İlâhî:
Allah’ın rızası, hoşnut-
luğu.
sebebiyet:
sebep olma.
sual:
soru.
şahadet:
şehitlik, şehit olma.
talebe:
öğrenci.
tarassut:
gözetme, göz altında
tutma.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait,
ahiret âlemiyle ilgili.
vesile:
aracı, vasıta.
vilâyet:
il.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
ahfat:
oğul oğulları, torunlar.
alâka:
ilgi, ilişki, yakınlık.
arz:
sunma, bildirme.
beraat:
temize çıkma; bir da-
vanın neticesinde suçsuz ol-
duğu anlaşılma.
cemaat:
topluluk, aralarında
çeşitli bağlar bulunan insanlar
topluluğu.
cemiyet:
topluluk, birlik.
cemiyetçilik:
cemiyet taraf-
tarlığı, particilik, grupçuluk.
ecdat:
dedeler, büyük babalar,
atalar.
ehemmiyetli:
önemli.
evlât:
veletler, çocuklar.
feda:
uğruna verme, kurban
olma.
fedaî:
canını esirgemeyen,
mühim bir maksat uğruna ca-
nını vermeye hazır bulunan.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, feda
eden.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek.
halis:
samimî, her amelini yal-
nız Allah rızası için işleyen.
harika:
olağanüstü.
iman:
hak dini kabul etme, İs-
lâm dinini kabul etme, İslâmın
gerekli olan esaslarına