şahsıma gelen hücuma ancak ben mukabele edebilirim”
demektir. Ahmed Hikmet’e bildiriniz.
Sani yen
: savcının isnadatına karşı eski müdafaatımız
kâfidir.
Sa l i sen
: Mustafa osman, Ceylan nasıl telâkki ettikle-
rini ve hiç bulantı onlara vermediklerini ve daire-i nurda
dahi fena tesir etmeyeceğini bana yazdılar. kahraman
tahir’i gördüm; o da öyle telâkki etmiş. Hüsrev ve Fey-
zi’leri ve sabri’yi merak ettim.
Rab i an
: zannederim ki, şimdi küfür ve dalâlet, komi-
teler ve cemiyetler şeklinde hücum ettikleri içindir ki, ka-
der-i İlâhî, bunlara bu eşedd-i zulüm ile bir cemiyet isna-
dıyla bizi tazip ettiriyor. demek şimdi ehl-i imanın ittiha-
dına pek çok lüzum var. Biz o hakikati bilmediğimiz için
kaderin adalet tokadını yeriz.
Said Nursî
{{{
(1)
o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ª°r
SÉp
H
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Evve l â
: Haccı meneden, zemzemi döktüren, hakkı-
mızda eşedd-i zulme müsaadekâr davranan ve
Zülfikar
ve
Siracünnur
’un müsaderesine ehemmiyet vermeyen
ve bizi garazkârâne, kanunsuz tazip eden memurları ter-
fi ettirip hanemizden çıkan mazlumâne, lisan-ı hâl ile
yüksek ağlamamızı ve sesimizi işitmeyen bir müstebit
Şualar | 839 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
kanun:
yasa.
komite:
kötü bir maksat için top-
lanmış gizli cemiyet.
küfür:
Allah’ın varlığına, birliğine
inanmama, müşriklik, imansızlık.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin du-
ruşu ve görünüşü ile bir mana
ifade etmesi.
mazlumane:
mazlumca, zulme
uğramış şekilde.
men:
yasak etme, engelleme,
mâni olma.
mukabele:
karşılık verme, karşı-
lama.
müdafaat:
müdafaalar, savunma-
lar.
müsaadekâr:
zorluk çıkarmayan,
hoşgörü sahibi, uysal davranan.
müsadere:
toplatma, elden alma.
müstebit:
zulüm ve baskıda bu-
lunan, kanunsuz olarak keyfine
göre idare eden.
rabian:
dördüncü olarak.
Salisen:
üçüncü olarak.
Saniyen:
ikinci olarak.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
tazip:
azap çektirme, eziyet etme,
sıkıntı verme.
telâkki:
anlama, kabul etme.
terfi:
mevki veya aylık yüksel-
mesi; rütbe alma.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz veril-
mesi, düzenli ve dengeli oluş.
aziz:
muhterem, saygın.
cemiyet:
topluluk, birlik.
daire-i Nur:
nur dairesi.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, azmak, doğru yol-
dan ayrılma, azma, batıla yö-
nelme.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
eşedd-i zulüm:
zulmün en
şiddetlisi.
evvelâ:
birinci olarak, her şey-
den önce, ilk olarak.
garazkârane:
garez ve düş-
manlığa kapılarak, garazkâr-
lıkla, düşmancasına.
hakikat:
gerçek.
hususî:
özel.
hücûm:
saldırma.
isnâd:
dayandırma, mal etme,
bir şeyi bir kimseye ait gös-
terme.
isnadat:
isnatlar, dayandırma-
lar, mal etmeler.
ittihat:
birleşme, birlik oluş-
turma.
kader:
İlâhî hüküm; Cenab-ı
Hakk’ın takdir ve tayin etmesi.
kader-i İlâhî:
İlâhî kader, Al-
lah’ın kader kanunu.
kâfî:
yeter, elverir.
1.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.