(1)
o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ª°r
SÉp
H
Kardeşlerim!
Bütün bütün kanunsuz olarak, bizim temyiz evrak ve
lâyihalarımız daha temyize gönderilmemiş. Bizim üç muk-
tedir avukatlarımız, mümkün olduğu kadar pek çabuk ev-
rakımızın mahkeme-i temyize gönderilmesine her hâlde
bir çare bulsunlar. Yoksa, on bir ay bahanelerle tevkifi-
mizi uzatmak ve beni mahkemede konuşturmamak ve on
bir ay tecrid-i mutlakta soğuk sıkıntılarla tazip etmekle ha-
kikat-i adaletin kabul etmediği bir garazı ihsas ettiğinden,
bizim mahkememizi başka bir vilâyetin mahkemesine
nakletmek için hem avukatlarımız, hem sizler bütün kuv-
vetinizle çalışmak elzem ve lâzımdır.
Said Nursî
{{{
o
¬n
fÉn
ër
Ñ°o
S /
¬p
ª°r
SÉp
H
Aziz, Sıddık, Halis, Sebatkâr, Fedakâr Kardeş-
lerim!
Evve l â
: sırr-ı
(2)
Én
ær
«n
£r
Yn
G B É s
fp
G
hiç yanımda bulunmadığının
sebebi, eski zamanda iki hiss-i kablelvukuumda bir iltibas
olmuş.
aziz:
muhterem, saygın.
bahane:
asıl sebebi gizlemek için
ileri sürülen uydurma sebep.
elzem:
daha (en, pek) lâzım, lü-
zumlu, gerekli.
evrak:
işlem gören kâğıtlar.
evvelâ:
birinci olarak, her şeyden
önce, ilk olarak.
fedakâr:
kendini veya şahsî men-
faatlerini hiçe sayan, feda eden.
garaz:
kötü kasıt, düşmanca niyet,
kin.
hakikat-i adâlet:
adâletin esası,
aslı.
halis:
samimî, her amelini yalnız
Allah rızası için işleyen.
hiss-i kablelvuku:
Bir şeyi vuku-
undan önce hissetme, bir hadise-
nin gerçekleşmesinden önce
kalbe doğması.
ihsas:
hissetirme, sezdirme.
iltibas:
birbirine benzeyen şeyleri
şaşırıp karıştırma, birisini öteki
zannetme.
kanun:
yasa.
kuvvet:
güç, kudret.
lâyiha:
mektup, düşüncelerin
kağıda dökülmesi, yazılması.
mahkeme-i temyiz:
temyiz
mahkemesi, mahkeme karar-
larının yolunda verilip verilme-
diğini tetkik etmekle görevli
makam, yargıtay.
muktedir:
iktidarlı, gücü ye-
ten.
nakl:
bir yerde başka bir yere
taşıma, yer değiştirme, ak-
tarma.
sebatkâr:
sebat eden, sö-
zünde ve kararında duran,
vazgeçmeyen, sebatlı.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
tazip:
azap çektirme, eziyet
etme, sıkıntı verme.
tecrid-i mutlak:
hiç kimseyle
görüşememek, tam bir yalnız-
lık.
temyiz:
bu incelemeyi yapan
mahkeme, yargıtay.
tevkif:
cezaî tahkikat sıra-
sında, zanlının mahkeme ka-
rarına kadar geçici olarak hap-
sedilmesi; tutuklama.
vilayet:
il.
1.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.
2.
Şüphesiz ki Biz [sana Kevser’i] verdik. (Kevser Suresi: 1.)
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 848 | Şualar