•
Birincisi
: Bir hiss-i kablelvuku ile yalnız vatanımızda
dehşetli bir hâdiseyi ve zalimlerin musibetini hissettim.
Hâlbuki, büyük dairede, zemin yüzünde, haber verdiği-
miz gibi on iki sene sonra aynen o sırr-ı azîm görüldü.
Benim istihracımı gerçi zahiren bir parça tağyir etti, fa-
kat hakikat cihetinde pek doğru ve ayn-ı hakikat meyda-
na çıktı. Bunun için o risaleyi yanımda bulundurmuyorum
ve başkalarına vermiyorum.
•
İkincisi
: kırk sene evvel tekrarla dedim: “Bir nur gö-
receğiz.” Büyük müjdeler verdim. o nuru büyük daire-i
vataniyede zannederdim. Hâlbuki, o nur, risale-i nur idi.
nur Şakirtlerinin dairesini, umum vatan ve memleket si-
yasî dairesi yerinde tahmin edip sehiv etmiştim.
Müdür Bey, size teşekkür ederim ki, kurtuluş Bayra-
mının bayrağını koğuşuma taktırdınız. Harekât-ı Milliye-
de İstanbul’da, İngiliz ve Yunan aleyhindeki Hutuvat-ı sit-
te eserimi tab ve neşir ile belki bir fırka asker kadar hiz-
met ettiğimi Ankara bildi ki, Mustafa kemal, şifre ile iki
defa beni Ankara’ya taltif için istedi. Hatta demişti: “Bu
kahraman hoca bize lâzımdır.” demek, benim bu bay-
ramda bu bayrağı takmak hakkımdır.
Said Nursî
@
Şualar | 849 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
teşekkür:
yapılan bir iyilik karşı-
sında minnet, memnuniyet ve şü-
kür ifade etme, şükretme.
umum:
bütün.
zahiren:
görünüşte.
zalim:
zulmeden, acımasız ve hak-
sız davranan.
zemin:
yeryüzü.
aleyh:
karşı, karşıt.
ayn-ı hakikat:
hakikatın aslı,
gerçeğin tâ kendisi.
cihet:
yön.
daire-i vataniye:
vatan sınırı,
vatan dairesi.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
evvel:
önce.
fırka:
topluluk, grup, cemaat.
gerçi:
öyle ise de, her ne ka-
dar.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek.
Harekât-ı Milliye:
millî hare-
kat, millî davranışlar, milletçe
yapılan hareketler.
hiss-i kablelvuku:
Bir şeyi vu-
kuundan önce hissetme, bir
hadisenin gerçekleşmesinden
önce kalbe doğması.
istihraç:
bir şeyden bir şey çı-
karma, sonuç çıkarma, mana
çıkarma.
koğuş:
hastahane, kışla, ha-
pishane gibi umumî binalarda
çok sayıda kişinin oturmasına
veya yatmasına mahsus bü-
yük oda.
musibet:
felâket,belâ.
neşr:
kitap yazma, basma, çı-
karma; herkese duyurma,
yayma.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
sehiv:
hata, yanlışlık.
siyasî:
siyasetle ilgili, siyasete
ait.
sırr-ı azîm:
büyük sır.
Şakirt:
talebe, öğrenci.
tâb:
basma, baskı.
tağyir:
başkalaştırma, değiş-
tirme.
taltif:
iltifat etme, gönül ok-
şama; rütbe, nişan, para,
mevki vb. şeylerle mükafat-
landırma.