Bu eserlerle ahlâkımızı dinen terbiye edip yükselten ve
kendisine “Müceddit” dediğimiz hâlde bizi reddedip kıran
ve büyük bir hürmetle üstat kabul ettiğimiz said nursî’nin
senelerden beri talebesiyim. kendisinde ve eserlerinde ve
talebelerinde hükûmetin emniyetini ihlâle teşebbüs ede-
cek hiçbir fiil olmadığına yakinen ve kat’iyen şahidim. Hu-
susan ittiham sebebinin birisi de, Isparta Mahkemesi ya-
kinen hakikate muttali olmasıyla, o cihetten bize ceza ver-
medikleri kitap bedelleridir ki, bizim kitap bedelleriyle ida-
re-i maişetimizi temine hiçbir cihetle ihtiyacımız olma-
makla beraber, bu satılan mecmuaların bedellerinin tek-
sir makinesine ve kâğıdının ve mürekkebinin karşılığına
verilmiş olduğunu yüksek mahkemenize arz eder ve sırf
Allah rızası için, hüsn-i niyetle yaptığımız bu hizmetin bir
suç olmasına imkân olmamakla, yüksek mahkemenizden
ve âlî vicdanlarınızdan risale-i nur eserlerinin iadesini ta-
lep ederim.
Mevkuf
Tahirî
FAEB
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
arz:
sunma, bildirme.
bedel:
karşılık, bir mal veya hiz-
met karşılığında verilen para, mal.
cihet:
yön.
dinen:
din bakımından, diyanet
noktasından, dince.
emniyet:
güvenlik, kanun ve ni-
zam hakimiyetinin sağlanması.
fiil:
iş, hareket.
hakikat:
gerçek.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hürmet:
riayet, ihtiram, saygı.
hüsn-i niyet:
iyi niyet, temiz
kalplilik.
iade:
geri verme.
idare-i maişet:
geçimini temin
etmek.
ihlâl:
bozma, zarar verme.
imkân:
mümkün olma, olabi-
lirlik.
ittiham:
suç altında bulunma,
töhmetli olma, töhmet altında
olma.
kat’iyen:
katî olarak, kesin
olarak, kesinlikle.
mecmua:
tertip ve tanzim
edilmiş şeylerin hepsi, kolek-
siyon.
mevkuf:
tevkif edilmiş, hap-
sedilmiş, tutuklu.
muttali:
bir işten haberli, ha-
ber almış, öğrenmiş, bilgili, ha-
berdar.
müceddit:
hadis-i şerifle, her
asır başında geleceği müjde-
lenen dinin yüksek hizmet-
kârı; dine yeni bir tarzla yak-
laşan, asrın şartlarına göre ve
ortaya atılan yeni şüphe ve ta-
arruzlara karşı dini yorumlayıp
kuvvetlendiren büyük âlim.
rıza:
razılık, razı olma, hoşnut-
luk, memnunluk.
talebe:
öğrenci.
talep:
isteme, dileme.
teksîr:
çoğaltma.
temîn:
sağlama.
terbiye:
eğitim; iyi ahlâk, saygı
ve edep öğrenme.
teşebbüs:
kalkışma.
vicdan:
insanın içindeki iyiyi
kötüden ayırabilen ve iyilik et-
mekten lezzet duyan ve kö-
tülükten elem alan manevî bir
his.
yakînen:
yakîn olarak, şüp-
heye düşmeden bilme.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 856 | Şualar