risale-i nur, iddia makamınca “muzır eserler” diye tav-
sif ediliyor. Bu vicdansızlığı ve yalanı şiddetle protesto edi-
yorum. Ve benim de teşvikatta bulunduğum iddia edili-
yor. evet, bu doğrudur. Fakat, diğer iftirayı işiten bütün
münevverlerin kalbleri sızlamış ve hatta ağlamış, dişleri
gıcırdamıştır. Yirminci asır pozitif fikirlerin hükümran ol-
duğu bir zamandır; delilsiz, ispatsız şeylere inanılmıyor ve
inanmıyoruz. Muzır eserler olduğunun ispatını isteriz.
İftiraları yapan gizli düşmanların maksatlarından birisi
de, risale-i nur okuyucularının kur’ân’a hizmet uğrunda
Müslümanlık bağları ile birbirlerine görülmemiş bir şekil-
de sarılmış olarak tezahür eden ve bunlardan başka bir
maksada matuf olmayan, sadece hürmet, şefkat ve sev-
gisinin ifadesi olan tesanüdünü kırmak ise, aldanıyorlar.
Beyhude, hiç uğraşmasınlar. risale-i nur’u okuyanların
en gerisi, en âmîsi olan ben, onlara şöyle cevap veriyo-
rum:
“Birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz cenupta, biri-
miz şimalde, birimiz ahirette, birimiz dünyada olsak, biz
yine birbirimizle beraberiz. kâinatın kuvveti toplansa, bi-
zi yüksek üstad said nursî’den ve risale-i nur’dan ve bi-
zi bizden ayıramazlar.”
zira, biz kur’ân’a hizmet ediyoruz ve edeceğiz. Ahiret
hakikatine inandığımız için, manevî olan bu sevgi ve
tesanüdümüzü elbette hiçbir kuvvet sökemeyecektir.
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
âmî:
bilgisiz, cahil.
asr:
yüzyıl.
beyhude:
boşuna, faydasız.
cenup:
güneyde yer alan bölge-
ler.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan.
garp:
batıda bulunan yerler.
hakikat:
gerçek.
hükümran:
hâkim, hükümdar.
hüküm ve saltanat süren. hü-
kümferma.
hürmet:
riayet, ihtiram, saygı.
iddia:
bir fikri ısrarla savunma,
dava etme.
iftira:
aslı olmadan birine suç
yükleme, olmayan bir suçu
başkasına yükleme.
ispat:
delil, bürhan, kanıt.
Kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kuvvet:
güç, kudret.
maksat:
gaye.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
matuf:
ait olan, yöneltilmiş.
muzırr:
zararlı, zarar veren.
münevver:
bilgili, kültürlü
kimse, aydın.
pozitif:
denemeye, ispata da-
yanan, müsbet.
şark:
Doğu bölgeleri.
şefkat:
karşılıksız sevgi bes-
leme, içten ve karşılıksız mer-
hamet.
şimal:
kuzeyde yer alan böl-
geler.
tavsif:
vasıflandırma, mahiye-
tini ortaya koyma, niteleme.
tesanüt:
dayanışma, birbirine
dayanma, birbirinden destek
alma, omuzdaşlık.
teşvikât:
teşvikler.
tezahür:
görünme, belirme,
ortaya çıkma.
vicdan:
insanın içindeki iyiyi
kötüden ayırabilen ve iyilik et-
mekten lezzet duyan ve kö-
tülükten elem alan manevî bir
his.
zira:
çünkü, ondan ki, şundan,
şu sebepten ki, onun için.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 862 | Şualar