millet ve gençliğimizde imanın yok olmasını ve ahlâk su-
kutunu temin ederek, hükûmetin kendi kendine çökme-
sine muvaffak olmak istiyorlar. Ve vatan ve milletimizi ya-
bancı bir devlete devretmek emelini taşıyorlar. Mahkeme
heyetinin huzurunda, bilâperva, onlara söylüyorum: on-
lar iyi bilsinler ve titresinler ki, gürültüye pabuç bırakmı-
yoruz. zira risale-i nur eserlerinde hak ve hakikati gör-
müş, öğrenmiş ve inanmışız. türk gençliği uyumuyor. Bu
kahraman İslâm türk milleti başka bir devletin boyundu-
ruğu altına giremez. Fedakâr Müslüman gençliği, sahip
olduğu tahkikî iman kuvvetiyle vatanını sattırmaz. dindar,
cengâver türk milleti ve imanlı, cesur türk gençliği kork-
maz. onun içindir ki, bizi insanlık seviye ve seciyesinde
en yüksek mertebelere çıkaran ve her sahadaki terakki-
yatımızı sağlayan ve biz gençlere din, vatan ve millet aş-
kını aşılayarak uğrunda bütün mevcudiyetimizi feda etti-
recek hakikî bir dinperver olarak bizleri yetiştiren risale-
i nur eserlerini okuyoruz ve okuyacağız. evvelce de arz
ettiğim vecihle, risale-i nur’dan pek az okuduğum hâl-
de, pek fazla istifade ettim. Vatan ve millet ve bütün in-
sanlıkça gayet azîm faydaları temin edecek olan bu çok
nafi eser külliyatını eğer servetim olsa idi, neşrettirmek
için hepsini sarf ederdim. zira dinimin, vatan ve milletin
ebedî saadet ve selâmeti uğrunda bütün mevcudiyetimi
feda etmeye hazırım.
Hem, risale-i nur’a safdilâne inanmamışım. otuz üç
âyât-ı kur’âniye ve Hazret-i Ali (
rA
) ve Abdülkadir-i
geylânî (
rA
) Hazretleri, risale-i nur’un telif edilip bu
arz:
sunma, bildirme.
ayat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın ayet-
leri.
azîm:
büyük.
bilâperva:
korkusuzca, çekinme-
den.
cengâver:
cenkçi, yiğit, savaşan,
muharip, iyi savaşçı.
cesur:
cesaretli, yürekli, yiğit.
devr:
nakil, aktarma.
dindar:
dinî kaidelere hakkıyla ria-
yet eden, dininin emirlerini yerine
getiren, mütedeyyin.
dinperver:
sağlam dindar, dine
hizmet eden, dine yardım eden.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
emel:
şiddet arzu, ümit.
evvelce:
daha önce.
faide:
fayda.
feda:
uğruna verme, kurban olma.
fedakâr:
kendini veya şahsî men-
faatlerini hiçe sayan, feda
eden.
gayet:
son derece.
hâk:
doğru, gerçek, hakikat.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek.
heyet:
bir topluluğu meydana
getiren kişilerin bütünü, ko-
mite.
iman:
inanç, itikat.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
mertebe:
derece, basamak.
mevcudiyet:
mevcut olma,
varlık.
muvaffak:
başaran, başarmış,
başarılı.
nafi:
faydalı, kârlı.
neşr:
kitap yazma, basma, çı-
karma; herkese duyurma,
yayma.
saadet:
mutluluk.
safdilane:
saf kalplilikle.
sarf:
harcama.
seciye:
yaratılış, huy, tabiat,
karakter, cibilliyet.
selâmet:
salimlik, eminlik; sı-
kıntı, korku ve endişeden uzak
olma.
seviye:
yükseklik derecesi.
suret:
biçim, şekil, tarz.
sükût:
düşme, düşüş; suskun-
luk.
tahkikî:
araştırma ve ince-
leme ile ilgili, inandığı şeylerin
aslını, esasını bilerek inanma.
telif:
kitap yazma, eser ortaya
koyma.
temîn:
sağlama.
terakkiyat:
ilerlemeler, geliş-
meler.
vecih:
cihet, yön.
zira:
çünkü, ondan ki, şundan,
şu sebepten ki, onun için.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 860 | Şualar