Şualar - page 864

ebedî felâketlere yuvarlanan ve vatan haini olarak kurşu-
na dizdirecek cürümlerden gençlerimizi koruyan risale-i
nur uğrunda kurşunla öldürüleceksem, o kurşunlara çe-
kinmeden göğsümü gereceğim. üstadım Bediüzzaman
için hançerlerle parçalanırsam etrafa sıçrayacak kanları-
mın “risale-i nur, risale-i nur” yazmasını rabbimden ni-
yaz ediyorum.
Muhterem Heyet-i Hâkime!
risale-i nur tahsili, hakikaten harika ve orijinaldir, em-
salsizdir. Herhangi bir tahsilde maddî menfaat ve bir mev-
ki gaye edinilerek o tahsile devam edilir. dersler ekseri-
yetle maddiyat ve şöhrete erişebilmek için, belki de zora-
ki okunur. risale-i nur’un organize edilmemiş serbest bir
üniversiteye benzeyen tahsiline eserleri okumak suretiyle
devam edenler ise, kur’ân ve imana hizmet etmekten
başka herhangi bir dünyevî bir maksat taşımıyorlar.
Böyle olduğu hâlde, ilmî, imanî ve ciddî eserler olan
risale-i nur o kadar büyük şevk ve aşkla ve o kadar son-
suz bir hazla okunuyor ki, sadık okuyucularını defalarca
okumak gibi kuvvetli bir arzuya sahip ediyor. risale-i
nur’u yazıp okuyanlar, mahkeme kapılarında hayatları
tehlikeye düştüğü hâlde, bu harika eserleri okuduklarını
itiraf ve okuyacaklarını ilân ediyorlar. İdam kararı verile-
ceğini bilseler dahi, bu sebatlarını izhar etmekten çekin-
miyorlar.
arzu:
bir şeye karşı duyulan istek,
heves.
aşk:
şiddetli sevgi, sevda, gönül
verme.
ciddî:
gerçek olarak, hakikaten.
cürüm:
hata, suç.
dünyevî:
dünyaya ait.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
ekseriyetle:
daha ziyadesiyle,
çoklukla, çoğunlukla.
emsalsiz:
benzersiz.
fazilet:
değer, meziyet, iman ve
irfan itibariyle olan yüksek derece.
felâket:
musibet, büyük dert,belâ.
gaye:
maksat, hedef.
hain:
hıyanet eden, arkadan vu-
ran, iyiliği kötülükle karşılık veren.
hakikaten:
hakikat olarak, doğ-
rusu, gerçekten.
hançer:
iki tarafı keskin, kıvrık ve
sivri uçlu büyük bıçak.
haps-i münferit:
ehl-i dalâlet için
ölüm ve kabir.
harika:
olağanüstü.
heyet-i hâkime:
hâkimler heyeti,
hakimler kurulu.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
iman:
inanma, itikat.
imanî:
imana ait olan, imana dair
olan, imanla ilgili.
itiraf:
başkalarının bilmediği gizli
bir kusurunu söyleme, kendisi için
iyi sayılmayacak bir hâli gizleme-
yip söyleme.
izhar:
ortaya koyma, açığa çı-
karma, gösterme.
komünizm:
bütün malların
ortaklaşa kullanıldığı ve özel
mülkiyetin olmadığı iddiasında
bulunan düzen.
maddî:
madde ile alâkalı, cis-
manî.
maddiyat:
para, mal, zevk vb.
ile ilgili şeyler.
mahkûm:
hüküm giymiş, hü-
kümlü; mecbur, çaresiz.
maksat:
gaye.
menfaat:
fayda.
mevki:
yer, makam.
muhafaza:
koruma.
Muhterem:
saygı değer, hür-
mete lâyık, saygın.
müstakim:
doğru.
niyaz:
yalvarma, yakarma.
nur:
hayat.
orijinal:
özgün, yalnız kendine
has bir vasıf, nitelik taşıyan.
rab:
besleyen, yetiştiren, ver-
diği nimetlerle mahlûkatı ıslah
ve terbiye eden Allah.
sada:
ses.
sadık:
sözünde, işinde doğru
olan, dostluğu ve bağlılığı içten
olan.
sebat:
sözünd durma, kararlı
olma, azimlilik.
sehpa:
idama mahkûm olan-
ların idam edildiği üç ayaklı
düzen, darağacı.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek
ve heves.
şöhret:
herkesçe bilinme, ta-
nınma durumu, ün.
tahsil:
ilim öğrenme, bilgi
edinme, öğrenim.
tefsîr:
Kur’ân’ın mana bakı-
mından izahı, açıklaması.
yâ rasulallah:
‘Ey Allah’ın re-
sulu’ Hz. Peygamber’e nida.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 864 | Şualar
1...,854,855,856,857,858,859,860,861,862,863 865,866,867,868,869,870,871,872,873,874,...1581
Powered by FlippingBook