risale-i nur’daki ayetler, kur’ân-ı Hakîm’in en büyük
mu’cizesi olan hususiyetleri kaybettirilmeden, büyük bir
sanat ve maharetle türkçemize tefsir edildiği için, risa-
le-i nur’u kadın, erkek, memur ve esnaf, âlim ve feyle-
sof gibi her türlü halk tabakası okuyup anlayabiliyor.
kendi istidatları nispetinde gördükleri istifadeler karşısın-
da ona bir kat daha sarılıyorlar. liseliler, üniversiteliler,
profesörler, doçentler, feylesoflar okuyorlar. Bu münev-
ver sınıflar, fevkalâde istifade ettikleri gibi, risale-i
nur’un harikulâdeliğini ve telif sanatındaki üstünlüğünü
tasdik edip hayretler içerisinde bütün külliyatı okumak iş-
tiyakına sahip oluyorlar.
Bediüzzaman’ı ve risale-i nur’u her yeni tanıyan
müdrik ve takdirkâr kimseler, daha evvel tanımadıkları-
na binler teessüf edip, kaybettikleri zamanları telâfi ede-
bilmek için, müsait vakitlerini boşa sarf etmeyerek, beş
dakikalık bir zamana dahi ehemmiyet verip, geceli gün-
düzlü risale-i nur’a çalışmaya başlıyorlar. Bu rağbet ve
şiddetli alâka, hiçbir psikolog, sosyolog ve feylesofun
eserinde görülmemiştir. onlardan ancak tahsilli kimseler
istifade edebilmişlerdir. Bir ortaokul çocuğu veya oku-
masını bilen bir kadın, büyük bir feylesofun eserini oku-
duğu zaman istifade edememiştir. Fakat, risale-i
nur’dan herkes derecesine göre istifade etmektedir. Bu-
nun için, sizlerin Bediüzzaman ve risale-i nur Şakirtleri-
ne vereceğiniz beraat kararını bütün bir millet bekleşi-
yor. eğer said nursî, talebelerine musibet zamanında sa-
bır ve tahammül ve itidal telkin etmemiş olsa idi, gönüllü
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim adamı.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
berâet:
temize çıkma; bir davanın
neticesinde suçsuz olduğu anla-
şılma.
ehemmiyet:
önem, değer, kıymet.
evvel:
önce.
fevkalâde:
olağanüstü.
feylesof:
felsefe ile uğraşan, filo-
zof.
harikulâde:
görülmedik derecede,
olağanüstü, mükemmel.
hususîyet:
hususîlik, ayırıcı özel-
lik.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
istifade:
faydalanma, yararlanma.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla arzu
etme.
itidal:
aşırı olmama, orta hâlde
olma, ölçülülük.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve faydalar
bulunan Kur’ân.
maharet:
mahirlik, ustalık.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların aciz kaldığı şey.
musibet:
felâket,belâ.
müdrik:
idrak eden, anlayan, kav-
rayan, farkında olan, aklı eren.
münevver:
bilgili, kültürlü
kimse, aydın.
müsait:
uygun, münasip.
nispet:
oran, ölçü.
profesör:
üniversitede ders
veren hoca, doçentten yüksek
öğretim üyesi.
psikolog:
ruh ilmi ile uğraşan
kimse, ruhbilimci.
rağbet:
aşırı istekli olma hâli.
sabır:
başa gelen üzücü olay-
lara, belâ ve âfetlere veya bir
haksızlığa katlanma, taham-
mül göstererek Allah’a tevek-
kül edip sıkıntılara göğüs
germe.
sarf:
harcama.
sosyolog:
sosyoloji bilgini,
toplum bilimi uzmanı, toplum
bilimci, içtimaiyatçı.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tabaka:
topluluk, sınıf, zümre.
tahammül:
zora dayanma,
kötü ve güç durumlara karşı
koyabilme, katlanma.
tahsil:
ilim öğrenme, bilgi
edinme, öğrenim.
takdirkâr:
beğenip alkışlayan,
takdir eden.
talebe:
öğrenci.
tasdik:
bir şeyin veya kimse-
nin doğruluğuna kesin olarak
hükmetme.
teessüf:
üzülme, eseflenme,
bir şeyin tesirini hissetme, acı
duyma.
tefsîr:
Kur’ân’ın mana bakı-
mından izahı, açıklaması.
telâfi:
kötü bir etkiyi veya so-
nucu başka bir etki ile yok
etme, karşılama.
telif:
kitap yazma, eser ortaya
koyma.
telkin:
fikir aşılama, zihinde
yer ettirme.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 866 | Şualar