risale-i nur’la imanlarının kurtulmasına çalışması, bilhas-
sa benim gibi İslâmiyet’ten haberi olmayan bîçarelere en
büyük saadet ve hayatın gayesi olan imanı ders verme-
siyle, elbette ve elbette, o bize bir lütf-i İlâhîdir.
onun kudsî hizmet-i imaniye ve vazife-i diniyesini in-
kârla, bütün bütün hak ve hakikatin aksine, onu hayat-ı
içtimaiyeye zararlı görenlere deriz:
eğer iman ile Allah’a bağlanmak ve dinin evamirine
itaat ederek ahlâksızlık ve imansızlık gibi korkunç afetler-
den insanları kurtarmak ve İslâmiyet’in daimî saadetiyle
onu mes’ut etmek bir cürüm ise, o vakit, “Hayat-ı içtima-
iye için zararlıdır” denilebilir. Yoksa, en büyük bir iftira-
dır ve kat’iyen affedilmez bir cürümdür!
risale-i nur’un hedefi dünya değil, daimî ahiret saade-
ti ve bütün hayat-ı dünyeviyedeki hüsün ve cemal onun
cilve-i cemalinin bir nevi gölgesi ve bütün cennet bütün
letaifiyle bir lem’a-i muhabbeti olan bir daim-i Bâkî’nin
bir rahîm-i zülcemal’in rızasıdır. Böyle İlâhî ve kudsî ve
çok yüce bir gaye varken, süflî ve günahlı ve neticesiz,
halkı hükûmet aleyhine teşvik gibi fânîliklerden risale-i
nur’u binler defa tenzih eyleriz. Ve bizim imanî çalışma-
larımızı ve dinî bilgiler öğrenmemizi istemeyen bu şekil if-
tiralarla bizi ezmeye çalışanların şerlerinden Allah’a sığı-
nıyoruz.
Şualar | 875 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
etme.
kat’iyen:
katî olarak, kesin olarak,
kesinlikle.
kudsî:
mukaddes, yüce.
lem’a-i muhabbet:
muhabbet pa-
rıltısı, sevgi parıltısı.
letaif:
güzellikler, incelikler.
lütf-i İlâhî:
Allah’ın lütfu, ihsan ve
iyiliği.
mesut:
saadetli, bahtlı, mutlu.
nevi:
çeşit, tür.
rahîm-i Zülcemâl:
isim ve sıfatları
çok güzel olan ve yaratıklarına
karşı sonsuz şefkat sahibi olan Ce-
nab-ı Hak.
rıza:
razılık, razı olma, hoşnutluk,
memnunluk.
saadet:
mutluluk.
süflî:
aşağılık, bayağı, âdi.
şer:
kötülük.
tenzih:
Allah’ı şanına lâyık olma-
yan şeylerden, her türlü eksik ve
noksandan uzak ve yüce tutma,
münezzeh sayma.
vazife-i diniye:
dinî vazife, dinle
ilgili görev.
afet:
belâ, musibet, büyük fe-
lâket.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
aks:
ters, zıt.
aleyh:
karşı, karşıt.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
bilhassa:
özellikle.
cilve-i cemal:
güzellik görün-
tüsü.
cürüm:
hata, suç, kanun hila-
fına hareket.
Daim-i Bâkî:
bâkîliği sonsuz
şekilde devam edecek olan Al-
lah.
daimî:
sürekli, devamlı.
evamir:
emirler, buyruklar,
buyrultular, işler.
fânî:
ölümlü, geçici.
hâk:
doğru, gerçek, hakikat.
hakikat:
gerçek.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya
ait olan hayat.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal ha-
yat, toplum hayatı.
hizmet-i imaniye:
imana ait
hizmet, iman ve Kur’ân haki-
katlerinin ikna edici ve ilmî de-
lillerle anlaşılmasına hizmet
etme.
hüsün ve cemal:
yüz güzelliği
ve kişinin kendi güzelliği.
iftira:
aslı olmadan birine suç
yükleme, olmayan bir suçu
başkasına yükleme.
İlâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı
Hakka dair.
iman:
inanç, itikat.
imanî:
imana ait olan, imana
dair olan, imanla ilgili.
inkâr:
reddetme, inanmama,
kabul ve tasdik etmeme.
itaat:
söz dinleme, boyun
eğme, emre uygun hareket