Ve risale-i nur’un talebeliğini, hakkımda pek büyük bir
ihsan-ı İlâhî bilip, lâyık olmadığım bu nimet-i azîmeyi be-
nim gibi bir bîçareye nasip eden rabbime daima şükre-
diyorum” dediğim hâlde, kanuna ve delile dayanmaya-
rak, benim iman ve İslâmiyet’e karşı bağlanmamı bir cü-
rüm bilerek, bütün bütün hak ve hakikatin aksine olarak
cezalandırıldım.
2.
Ben şahidim ki; ben kastamonu gölköy enstitüsün-
de okurken, bazı muallimler tarafından bize dinsizlik der-
si verilmişti. Hâşâ, Hazret-i kur’ân’ı Hazret-i peygambe-
rin yazdığını ve İslâmiyet’in artık mülga olunacağını, me-
deniyetin ilerlediğini, bu asırda kur’ân’a ittiba etmek bü-
yük bir hata ve gerilik olduğunu, hatta bir gün bir mualli-
min yaptığı gibi, İslâmlar namaz kıldıkları ve ahireti dü-
şündükleri için daima muztarip bir hâlde, ömürleri elem
içinde geçtiğini ve İslâm camilerinde daima bir ölgünlük
havası estiğini, Hristiyanların kiliselerinde ise daima neşe
ve canlı hayat bulunduğunu ve Hristiyanlar çalgı vesaire
gibi eğlencelerle hayatın tadını alıp ömürlerini neşe için-
de geçirdiklerini söylüyorlar, kalblerimizdeki iman ve İs-
lâmiyet bağlarını koparmaya ve onun yerinde inkâr ve
küfür yerleştirmeye çalışıyorlardı.
İşte böyle zehirli fikirlerle aşılanmış ve böyle tehlikeli,
muzır dinsizlerin dersleriyle maneviyatı öldürülmek isten-
miş ve hatta o muzır fikirlere kapılarak ve –hâşâ– ina-
narak, etrafına neşretmeye başlamış bir bîçare insanın,
birdenbire risale-i nur gibi kur’ân’ın feyzinden fışkıran,
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
aks:
ters, karşıt, zıt.
asır:
yüzyıl.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cürüm:
hata, suç, kanun hilafına
hareket.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan.
elem:
dert, üzüntü, maddî-manevî
ıztırap.
feyiz:
bolluk, bereket; ihsan, ba-
ğış.
hâk:
doğru, gerçek, hakikat.
hakikat:
gerçek.
hâşâ:
asla, katiyen, öyle değil,
Allah göstermesin.
ihsan-ı İlâhî:
İlâhî ihsan; Ce-
nab-ı Hakkın mahlûkatına ih-
san ettiği bütün nimetler, ik-
ramlar, hediyeler, bağışlar.
iman:
inanç, itikat.
inkâr:
reddetme, inanmama,
kabul ve tasdik etmeme.
ittiba:
tabi olma, uyma, itaat
etme.
kanun:
yasa.
küfür:
Allah’ın varlığına, birli-
ğine inanmama, müşriklik,
imansızlık.
lâyık:
vasıfları, nitelikleri, özü,
hareket ve davranışlarıyla bir
şeyi elde etmeye hak kazan-
mış olan.
maneviyat:
mana alemine ait
olanlar, hisse ve inanca ait
şeyler.
muallim:
ders veren, öğret-
men.
muzdarip:
iztırabı, sıkıntısı
olan, ızdırap çeken, çırpınıp
duran, sıkıntılı.
muzırr:
zararlı, zarar veren.
mülga:
ilga edilmiş, kaldırılmış.
nasip:
Allah’ın kısmet ettiği
şey.
neşr:
kitap yazma, basma, çı-
karma; herkese duyurma,
yayma.
nimet-i azîme:
büyük nimet.
rab:
besleyen, yetiştiren, ver-
diği nimetlerle mahlûkatı ıslah
ve terbiye eden Allah.
şükür:
Allah’ın nimetlerine
karşı memnunluk gösterme,
gerek dil ile gerekse hal ile Al-
lah’ı hamd etme.
talebe:
öğrenci.
vesaire:
ve başkaları, bunun
gibileri.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 878 | Şualar