Şualar - page 885

alâkası olmayan bir nevi siyasete temas ettirmeye çalış-
mışlar, hatta hapislere sokmuşlar. Fakat, sonra, Cenab-ı
Hak o aşk-ı ilmîyi kur’ân’ın hakaikına bir anahtar yap-
mış; bütün ehl-i ilmi ve feylesofları hayrette bırakan risa-
le-i nur meydana çıkmış. Ben de o sırada bütün hayatım-
da aradığım ve kendi fıtratımda ve fakat pek yüksek bu-
lunan bu üstadı bir ihsan-ı İlâhî olarak kastamonu’da ya-
nımda buldum. Ahir ömrüme kadar da, buna teşekkür
ediyorum.
Hem, üstadım eskiden beri izzet-i ilmiyeyi muhafaza
için, sadaka ve hediye gibi şeyleri kabul etmediği gibi, ta-
lebelerini de meneder; kimseye başını eğmez. Hatta, ha-
rika vaziyetlerinden, harb içinde, avcı hattında, oturma-
ya ve sipere girmeye tenezzül etmeyerek izzet-i ilmiyeyi
muhafaza ettiği gibi; üç dehşetli kumandana karşı kahra-
mancasına hocalık ve haysiyet-i ilmiyeyi muhafaza için,
onların hiddetine karşı ehemmiyet vermeyip, onları sus-
turdu. onun için, bu üstadımı, bu millet ve vatanın ve
türk ulemasının pek büyük şerefini muhafaza etmek için,
her şeyini feda etmiş bir şahıs bildiğimden, ben de kendi-
me hakikî üstat kabul ettim. Böyle vatan ve millete haki-
kî fedakâr bir üstadın, farz-ı muhal olarak yüz kusuru da
olsa, nazar-ı müsamaha ile bakıp, itiraz etmemek gerek-
tir.
Bu memleketin vatanperverleri Meşrutiyet devrinde,
milliyetçiler ve hamiyetperverleri Cumhuriyette, bu üsta-
dın ilme ettiği fevkalâde hizmeti vatan ve millet namına
takdir ettiklerine bir numunesi şudur ki: Camiü’l-ezher
Şualar | 885 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
ramlar, hediyeler, bağışlar.
itiraz:
kabul etmediğini belirtme,
karşı çıkma.
izzet-ilmiye:
ilmin izzeti, ilmin ge-
rektirdiği vakar, haysiyet, şeref ve
ağırbaşlılık.
kumandan:
komutan.
men:
yasak etme, engelleme,
mâni olma.
Meşrutiyet:
Osmanlılarda 1876
Anayasasıyla başlayan, 1908 de-
ğişikliğiyle devam eden hukukî ve
siyasî döneme verilen ad.
muhafaza:
koruma.
nam:
ad, yerine.
nazar-ı müsamaha:
göz yuman,
görmezlikten gelen bakış, hoş gö-
ren nazar.
nevî:
çeşit, tür.
numune:
örnek.
sadaka:
Allah rızası için ihtiyaç sa-
hibi fakirlere yapılan yardım, farz
olmadığı hâlde kişinin fakirlere
verdiği para, mal vs. gibi şeyler.
siyaset:
hükümet etme, devlet
idaresi, politika.
şeref:
manevî büyüklük, yücelik,
onur.
takdir:
kıymet verme, beğenme.
talebe:
öğrenci.
tenezzül:
kendine aykırı düşen bir
işi veya durumu kabul etme, al-
çalma.
teşekkür:
yapılan bir iyilik karşı-
sında minnet, memnuniyet ve şü-
kür ifade etme, şükretme.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim sa-
hipleri.
vatanperver:
yurtsever, vatanına
düşkün, vatanını seven kimse.
vaziyet:
durum.
ahir ömür:
ömrün son dev-
resi, hayatın son demleri.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
aşk-ı ilmî:
ilimle ilgili aşk, ilim
öğrenme aşkı.
cumhuriyet:
siyasî mekaniz-
ması seçimle kurulan, adalet
ve hukukun üstünlüğüyle te-
mel hak ve hürriyetleri sağla-
mayı amaçlayan idare şekli.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
ehl-i ilim:
ilim sahipleri, ilim
adamları.
farz-ı muhal:
imkânsızı farz
etme, olmayacak bir şeyi ola-
cakmış gibi düşünme.
feda:
gözden çıkarma, uğruna
verme.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, feda
eden.
fevkalâde:
olağanüstü.
feylesof:
felsefe ile uğraşan,
filozof.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç,
huy.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
hakikî:
gerçek.
hamiyetperver:
hamiyet sa-
hibi, din ve millet gibi önemli
değerleri seven, koruyan ve
bunlara hizmet eden.
harika:
olağanüstü.
harp:
savaş, cenk, devletler
arasında meydana gelen kanlı
ve silahlı kavga.
haysiyet-i ilmiye:
ilmin hay-
siyeti, şerefi, itibarı.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
ihsan-ı İlâhî:
İlâhî ihsan; Ce-
nab-ı Hakkın mahlûkatına ih-
san ettiği bütün nimetler, ik-
1...,875,876,877,878,879,880,881,882,883,884 886,887,888,889,890,891,892,893,894,895,...1581
Powered by FlippingBook