o mübarek üstadım, kendisini bizim gibi nur talebe-
si olarak görür. Ve öyle iddia eder. Bunu, elinizde bulu-
nan birçok mektuplarında, hususan
Asa-yı Mûsa
mecmu-
asının içindeki İhlâs risalesi’nde kolaylıkla görmek müm-
kündür. kendisi, “Bâkî ve güneş gibi ve elmas misillü ha-
kikatler, fânî şahıslar üzerine bina edilmez ve fânî şahıs-
lar o kıymettar hakikatlere sahip çıkamazlar” diye, risale
ve mektuplarında tekrarla zikrettiği hâlde, o zatın tefahu-
runa hükmetmek ve Mehdîlik ve mücedditlik dava ettiği-
ni iddia etmek, hiçbir aklıselimin kârı değildir. zira bütün
risale ve mektupları insaf ve dikkatle okursanız, bu muh-
terem allâme-i zamanın asırlardan beri emsaline tesadüf
edilmez bir din âlimi ve benzerine rastlanmayacak bir
iman kurtarıcısı, Bolşevizmin kızıl kıvılcımlarının saçakla-
rımızı sarmak istediği bir zamanda vatana ve millete bir
ordudan daha çok menfaat ve bereketi bulunan bir va-
tanperver olduğuna siz de kanaat-i kat’iye peyda edersi-
niz. İşte böyle bir esere ve o eseri telif eden muhterem
üstada daha evvelden şakirt olamadığıma müteessifim.
Muhterem Heyet-i Hâkime!
İşte hadsiz menfaatlerini kendimde tecrübe ettiğim ri-
sale-i nur’dan, benim gibi vatan evlâtlarının istifadeleri
için, resmî bir izinle eskişehir’de
Gençlik Rehberi’
ni kud-
sî bir hizmet-i milliye fikriyle tab ettirdim. “Benim gibi bir
bîçarenin, kur’ân’ın hakikî ve cerh edilmez bir tefsiri olan
risale-i nur’a ve dolayısıyla imana hizmeti tebrik ve tak-
dir ile mukabele görmesi lâzım ve teşvike pek muhtaç
Şualar | 895 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
kanaat-ı kat’iye:
kesin kanaat, va-
rılan kesin düşünce.
kudsî:
mukaddes, yüce.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
mecmua:
tertip ve tanzim edilmiş
şeylerin hepsi, koleksiyon.
mehdî:
bazı hadislere göre kıya-
met yaklaşınca zulmü ve şirki or-
tadan kaldırarak inananlara saa-
det ve adaleti getirecek Ehl-i
Beytin neslinden gelen imam.
menfaat:
fayda.
misillü:
gibi, benzeri.
muhterem:
saygı değer, hürmete
lâyık, saygın.
mukabele:
karşılık verme, karşı-
lama.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
müceddit:
hadis-i şerifle, her asır
başında geleceği müjdelenen di-
nin yüksek hizmetkârı; dine yeni
bir tarzla yaklaşan, asrın şartlarına
göre ve ortaya atılan yeni şüphe
ve taarruzlara karşı dini yorumla-
yıp kuvvetlendiren büyük âlim.
müteessif:
teessüf eden, esefle-
nen, kederlenen, mahzun, kederli.
peydâ:
meydana gelme, açığa
çıkma.
resmî:
devlet adına olan.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tab:
kitap basma.
takdir:
kıymet verme, beğenme.
talebe:
öğrenci.
tefahur:
yaptıklarıyla övünme, bö-
bürlenme.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakımından
izahı, açıklaması.
telif:
eser yazma.
tesadüf:
rastlantı, bir şeyin ken-
diliğinden meydana gelmesi.
vatanperver:
yurtsever, vatanına
düşkün, vatanını seven kimse.
zat:
kişi, şahıs.
zikir:
anma, bildirme.
zira:
çünkü, ondan ki, şundan, şu
sebepten ki, onun için.
akl-ı selim:
iyiyi ve kötüyü
fark eden sağlam akıl, sağ-
duyu.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim
adamı.
allâme-i zaman:
zamanın al-
lâmesi, zamanın ilmî seviyesi
en yüksek olan büyük âlimi.
asr:
yüzyıl.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve
kalıcı olan.
bereket:
bolluk, bereket, gür-
lük.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
bina:
kurma, dayandırma.
bolşevizm:
Hürriyet adına bü-
tün insanî değerleri tahribe
yönelerek, hiç bir kanun, ölçü,
değer tanımaksızın sosyalist
hedeflere varmayı benimse-
yen görüş.
cerh:
yaralama, bir iddiayı, fikri
çürütme, reddetme.
dava:
iddia.
elmas:
çok kıymetli bir mü-
cevher.
emsal:
örnekler, benzerler.
evlât:
veletler, çocuklar.
evvel:
önce.
fânî:
ölümlü, geçici.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikî:
gerçek.
heyet-i hâkime:
hâkimler he-
yeti, hâkimler kurulu.
hizmet-i milliye:
millî hizmet.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hüküm:
karar, emir, bir konu,
iş veya kimse hakkında veri-
len karar.
iddia:
bir fikri ısrarla savunma,
dava etme.
iman:
inanç, itikat.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.