cevaplarını o ehemmiyetli âlimlerin kabul edip itiraz ede-
memeleriyle sahih olduğu kat’î sabittir.
Hem, yalnız risale-i nur’un bu kısmı değil, bütün ha-
kikatleri ve dersleri, hiçbir hakikî İslâm âliminin itiraz
edemeyeceği kadar kuvvetli hakikatlerdir ki; diyanet ri-
yaseti başta olarak, bütün memleketteki hakikî âlimler
kabul ve tazime tâ devr-i Meşrutiyetten beri mecbur kal-
mışlar. o hakikatleri ve o kuvvetli bürhanları ismi âlim
olan ve hakikat ilminden bîbehre bir-iki ferdin itiraz ve
iddiası çürütemez. Hem gayet gülünç olur. Maddî ve ma-
nevî menafii zahir olan ve vatanın her tarafında ve her
sınıf halk tabakasında hayat-ı bâkiyelerini idamdan kur-
tarmak için takdir ile okunan ve onunla imanlarını kur-
tardıklarından müellif-i muhteremine ebedî minnettar
kalan binlerle vatandaşın faydalandığı kur’ân ve iman
hakikatlerine meftun olarak müellifine bir şükran borcu
olarak bir mektup yazmak ve sebeb-i itham olan hadisin
inkâr edilmeyen hakikatlerine istinat ederek bazı ef’al ve
âsâra nazar edip hadisin mazharı olan bu memlekette
zuhur etmiş gibi bakmak ve böyle bir zanna düşerek ve
birçok İslâm âlimlerinin ihbaratına dayanarak bazı hata-
ların tamiri cihetine gidilmesini bir fütuhat-ı kur’âniye
kabul edip izhar-ı şadumanî eylemek ve bu görüş ve nok-
ta-i nazarını eserleriyle tefeyyüz ettiği bir üstada mahre-
mâne arz etmek; vatan ve milletin anarşiliğe ve dolayı-
sıyla bütün dünyayı titreten kızıl tehlikenin kucağına düş-
memesini temenni etmek, rejime bir hıyanet midir? İnkı-
lâba dil uzatmak mıdır? Ve o takdire ve tebcile çok elyak
Şualar | 899 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
şim (Cumhuriyet dönemi inkılâp-
ları kastediliyor).
istinat:
dayanma, delil olarak ka-
bul etme.
itiraz:
kabul etmediğini belirtme,
karşı çıkma.
izhar-ı şadumanî:
sevincini belirt-
mek.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
kızıl tehlike:
komünizm, mater-
yalizm.
maddî:
madde ile alâkalı, cismanî.
mahremâne:
gizli ve saklı olarak,
başkasına söylememek şartı ile.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
mazhar:
bir şeyin çıktığı yer, zuhur
ettiği, göründüğü yer.
mecbur:
zorunlu olma, zorunda
kalma.
meftun:
tutkun, müptela, aşırı
bağlanmış.
menafi:
menfaatler, faydalar, ya-
rarlar, çıkarlar.
minnettar:
bir iyiliğe karşı teşek-
kür duygusu içinde olan.
müellif:
eser telif eden, yazan.
müellif-i muhterem:
saygıdeğer,
muhterem müellif, saygıdeğer ya-
zar.
nazar:
bakmak.
nokta-i nazar:
görüş açısı, bakış
açısı; görüş, fikir.
rejim:
idarede tutulan yol, yö-
netme tarzı, düzenleme biçimi.
sabit:
ispat edilmiş, ispatlanmış.
sahih:
ravilerin kesintisi bulunma-
yan bir senetle rivayet ettikleri,
doğruluğu ve Peygamberimize ait
olduğu şüphe götürmeyen hadis.
sebeb-i itham:
suçlama sebebi.
şükran:
iyiliğe karşı gösterilen iyi
tavır, gönül borcu, minnettarlık.
tabaka:
topluluk, sınıf, zümre.
takdir:
kıymet verme, beğenme.
tazim:
hürmet, ululama, saygı
gösterme.
tebcil:
yüceltme, ululama, birisine
tazim etme, saygı gösterme.
tefeyyüz:
feyizlenme, ilerleme,
ilim, irfan ve manevî zenginlik ka-
zanma.
temenni:
olmasını veya olmama-
sını isteme; dilek, istek, arzu.
zahir:
açık, aşikâr.
zuhur:
görünme, belli olma, or-
taya çıkma.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim
adamı.
anarşi:
her türlü düzen ve oto-
riteye karşı koyarak karışıklığı
meydana getirme durumu.
arz:
söyleme, ifade etme.
asar:
eserler.
bîbehre:
nasipsiz, mahrum.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cihet:
yön.
Devr-i Meşrutiyet:
Meşrutiyet
Dönemi.
Diyanet riyaseti:
Diyanet İş-
leri Başkanlığı.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
ef’al:
fiiller, işler.
ehemmiyetli:
önemli.
faide:
fayda.
fütuhat-ı Kur’âniye:
Kur’ân-ı
Kerîm’in kalp ve ruhlarda
meydana getirdiği manevî fe-
tihler, zaferler.
gayet:
son derece.
hadis:
Hz. Muhammed’e
(a.s.m.) ait söz, emir, fiil veya
Hz. Peygamberin onayladığı
başkasına ait söz, iş veya dav-
ranış.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek, sahici.
hayat-ı bakıye:
bâkî olan,
sonsuz hayat, ahiret hayatı.
hıyanet:
hainlik, kendine olan
güveni kötüye kullanma.
idam:
yok olma.
iddia:
haklı haksız bir hü-
kümde veya fikirde ayak di-
reme.
ihbarat:
ihbarlar, bildirmeler,
haber vermeler.
iman:
inanç, itikat.
inkâr:
reddetme, inanmama,
kabul ve tasdik etmeme.
inkılâp:
değişme, köklü deği-