MuSTafaSuNgur’uNMÜdafaaSIdIr
Afyon Ağır Ceza Mahkemesine
İddia makamı, benim de nurcular cemiyetine dâhil
olup, halkı hükûmet aleyhine teşvik ettiğim iddiasıyla ce-
zalandırılmamı istiyor.
evvelâ: nurcular cemiyeti diye bir cemiyet yoktur. Ve
ben böyle bir cemiyete mensup değilim. Ben, bin üç yüz
elli seneden beri her asırda üç yüz elli milyon mensupla-
rı bulunan ve kâinatın medar-ı iftiharı olan Hazret-i
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın kurduğu muazzam
ve nuranî ve bütün insanlık için ebedî saadet ve selâmeti
müjdeleyen kudsî ve İlâhî İslâmiyet cemiyetine mensu-
bum. elhamdülillâh, onun evamir-i kudsiyesine de bütün
kuvvetimle itaat etmeye azm etmişim. talebeliği hakkım-
da bir suç sayılan risale-i nur ise, bana dinî ve imanî
vazifelerimi öğreten ve İslâmiyet’in en yüce ve en mukad-
des bir din ve beşerin yegâne medar-ı saadeti olduğunu;
ve kur’ân ise, bütün varlıkların sahibi, her yerde hazır,
nazır, zerrelerden yıldızlara, güneşlere kadar bütün mev-
cudat idare-i ezeliyesinde bulunan zat-ı zülcelâl’in bir
emr-i İlâhîsi, ezel ve ebet ve bütün hadisat ihata-i naza-
rında bir eser-i mu’cizânesi ve kur’ân bütün kitapların
fevkinde kırk vecihle mu’cize ve saadet-i ebediyeyi nev-i
beşere müjdelemesiyle müştakları ebediyen kendine min-
nettar kılan ve Şems-i sermedî’nin bir mükâleme-i
ezeliyesi; ve resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Hâ-
lık-ı kâinat tarafından gönderilmiş, bütün hâl ve ahvaliyle
ahval:
haller, durumlar.
aleyh:
karşı, karşıt.
aleyhissalâtü vesselâm:
‘salât ve
selam onun üzerine olsun’ anla-
mında Hz. Muhammed’e dua.
asr:
yüzyıl.
azm:
kesin karar; kasıt, niyet.
beşer:
insanlık.
cemiyet:
topluluk, birlik.
dâhil:
girme, içinde olma.
ebed:
sonsuzluk, daimîlik.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
ebediyen:
ebedî olarak, sonsuza
kadar.
elhamdülillâh:
Allah’a hamd ol-
sun, Allah’a şükür.
emr-i İlâhî:
İlâhî iş; Allah’ın emri.
eser-i mu’cizâne:
mucizeli eser,
benzerini yapmaktan herkesi aciz
bırakacak derecede olağanüstü
eser.
evamir-i kudsiye:
kudsi, yüce, ku-
sursuz emirler.
evvelâ:
birinci olarak, her şeyden
önce, ilk olarak.
ezel:
başlangıcı olmayan geçmiş
zaman, öncesizlik.
fevkinde:
üstünde.
hâdisat:
hadiseler, olaylar.
Hâlık-ı Kâinat:
kâinatın ve onun
içinde olan her şeyin yaratıcısı, Al-
lah.
hâzır:
huzurda olan, göz önünde
olan, hazır.
idare-i ezeliye:
.
iddia:
davaya kalkışma, dava
etme.
ihata-i nazar:
ufkunun genişliği;
bakışının her şeyi kuşatması.
İlâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı Hakka
dair.
imanî:
imana ait olan, imana dair
olan, imanla ilgili.
itaat:
söz dinleme, boyun eğme,
emre uygun hareket etme.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kudsî:
mukaddes, yüce.
kuvvet:
güç, kudret.
medar-ı iftihar:
iftihar sebebi,
övünme sebebi.
medar-ı saadet:
mutluluk vesilesi,
ferahlık sebebi.
mevcudat:
mevcutlar, var
olan her şey, mahluklar.
minnettar:
bir iyiliğe karşı te-
şekkür duygusu içinde olan.
muazzam:
çok büyük, ulu,
yüce.
mu’cize:
benzerini yapmaktan
insanların aciz kaldığı şey.
mukaddes:
takdis edilmiş,
kutsal, aziz, temiz.
müdafaa:
savunma.
müjde:
sevindirici haber,
muştu.
mükâleme-i ezeliye:
ezelî ko-
nuşma, ezelî anlaşma, söy-
leşme.
müştak:
arzulu, fazla istekli,
iştiyak gösteren.
nazır:
nezaret eden, bakan,
gözeten.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan-
lar.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.
Nurcu:
Bedîüzzaman Said Nur-
sî’nin eserlerine ve fikirlerine
taraftar olan, Risale-i Nur’ları
okuyup neşreden kimse.
saadet:
mutluluk.
saadet-i ebediye:
sonu olma-
yan, sonsuz mutluluk.
selâmet:
salimlik, eminlik,
kurtuluş, korku ve endişeden
uzak olma.
Şems-i Sermedî:
daimî, sürekli
olan güneş.
talebe:
öğrenci.
vazife:
görev.
vecih:
cihet, yön.
yegâne:
biricik, tek, yalnız.
Zat-ı Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük ve haşmet sahibi olan zat,
Allah.
zerre:
pek ufak parça, en kü-
çük parça.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 872 | Şualar