asırdaki insanları irşat edeceğini gaybî bir surette bildiri-
yorlar. Bununla beraber, risale-i nur’dan okuduğum ki-
taplar, bu eser külliyatının hak ve hakikati öğreten ve be-
şeriyeti ıslah eden eserler olduğu kanaatini vermiştir.
ruhumda büyük bir boşluk hissederek, okuyacak kitap
ararken, risale-i nur’u okuduğum zaman elimde olma-
yarak ondan ayrılamadım. kalbimdeki o büyük ihtiyacı,
risale-i nur eserlerinin karşıladığını hissettim. İlmî ve ima-
nî şüphelerden kurtaran aklî ve imanî ispatları onda bul-
dum. Böylelikle vesveselerin verdiği sıkıntılardan kurtul-
dum. Bu hakikatlerden anladım ki, risale-i nur, bu asrın
insanları olan bizler için yazdırılmıştır.
Ahlâk, edep ve terbiye gibi en yüksek meziyetlere sa-
hip olabilmek için, kuvvetli bir imana sahip olmak lâzım-
dır. İman hakikatleri, risale-i nur’da gayet kuvvetli delil-
ler ve açık misaller ile anlatıldığı için, okudukça imanım
kuvvetlenmiştir. Bu sayede dalâlete düşmekten, en yük-
sek medeniyet esaslarını cami hak ve hakikat olan dinim-
den dönüp kızıl ejderin hapı olmak felâketinden kurtul-
dum. Bunun içindir ki, okuyucularını birçok maddî ve ma-
nevî felâketlerden kurtaran ve bir üniversite mezunundan
ziyade bir ilme sahip eden, İslâmiyet, vatan ve millet sev-
gisini aşılayan, Allah’a itaati, çalışkanlık ve merhameti öğ-
reten risale-i nur’dan, kıymetini anlayan hiçbir fert, ne
pahasına olursa olsun ayrılmaz. Bu riyasız, has hürmet
ve tazim, hiçbir kimsenin kalbinden çıkartılamaz.
Şualar | 861 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
paha:
fiyat, değer.
riya:
iki yüzlülük, yalandan gös-
teriş, samimiyetsizlik.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın temeli
ve sebebi olan manevî varlık.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tazim:
hürmet, ululama, saygı
gösterme.
terbiye:
eğitim; iyi ahlâk, saygı ve
edep öğrenme.
vesvese:
şüphe, kuruntu, kalbe
gelen asılsız kötü ve sinsi düşünce.
ziyade:
çok, fazla.
ıslah:
iyi duruma getirme, iyileş-
tirme, düzeltme.
aklî:
tutarlı, mantıklı düşünce,
fikir.
asr:
yüzyıl.
beşeriyet:
beşerîlik, insanlık.
cami:
cem eden, toplayan,
içine alan.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, azmak, doğru yol-
dan ayrılma, azma, batıla yö-
nelme.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan.
edep:
terbiye, güzel ahlâk.
felâket:
musibet, büyük
dert,belâ.
gaybî:
gaypla ilgili, görünme-
yenlere ait.
gayet:
son derece.
hâk:
doğru, gerçek, hakikat.
hakikat:
gerçek.
hürmet:
riayet, ihtiram, saygı.
İlmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
iman:
inanç, itikat.
imanî:
imana ait olan, imana
dair olan, imanla ilgili.
irşat:
doğru yolu gösterme,
gafletten uyandırma.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
itaat:
söz dinleme, boyun
eğme, emre uygun hareket
etme.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kıymet:
değer.
maddî:
madde ile alâkalı, cis-
manî.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
merhamet:
acımak, şefkat
göstermek, korumak, esirge-
mek.
meziyet:
bir şeyi başkaların-
dan ayıran vasıf, üstünlük ve
değerlilik vasfı.
misal:
örnek.