Şualar - page 842

talebelerinizle birlikte Afyon hapsinde temadi-i mevkufi-
yetimize sebep olan ve nurun kabil-i inkâr olmayan
mu’ciznüma hakikatlerini hasudâne nazarla mütalâa
eden ehl-i vukuf ulemasına, siz sevgili üstadımız, hem
risale-i nur yirmi beş seneden beri sükût etmişken, o
muhterem allâmelerin ehl-i imanı, hususan hamele-i
kur’ân’ı müdafaa ve muhafaza en büyük vazifeleri iken,
Afyon Adliyesini aleyhimize teşvik edip tahrik eden ra-
porlarına karşı siz sevgili üstadımızı esefle mukabeleye
mecbur eden yazılarınız şefkatinizin eseri olduğu şüphe-
sizdir. Yirmi beş seneden beri, zaman zaman gizli düş-
manlarınıza karşı bir avuç talebenizle mücadeleye giren
siz sevgili üstadımızı ve kur’ân’ın en büyük hakikatlerini
muhtevi risale-i nur’u müdafaa etmek şöyle dursun, en
tehlikeli vakitlerimizde cephe alan bu âlimlere karşı pek
çok sualleri sormak hakkınız iken, pek cüz’î sualleriniz, o
âlimleri ikazdan başka bir şey olmayacak. Böyle en na-
zik zamanlarda muavenetinize pek çok muhtaç olduğu-
muz menbalardan doğan ümitsizliklerimizi büyük bir iz-
zete tebdil eden ve pek büyük bir ihsan-ı İlâhî olan ina-
yet-i hassa, bu Afyon hapsinde tekrar kendini gösterdi.
sekiz aydan beri titremeyen zemin, siz sevgili üstadımı-
za, risale-i nur’a hücum zamanlarında, gizli düşmanla-
rın hücumu ile gelen zelzeleleri yazarken, bugün yine ze-
min hiddet edip iki defa şiddetli bir surette titremesiyle
bizi de şahit göstermiş, ümitlerimizi takviye etmiş,
imhanıza susayan insafsız düşmanlarınızın en dehşetli
savletleri karşısında zahirî kimsesizliğinize şefkat etmiş,
adliye:
mahkeme, yargılama işle-
riyle uğraşan daire.
aleyh:
karşı, karşıt.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim adamı.
allâme:
pek çok konuda ihtisas
sahibi büyük bilgin, ilmî seviyesi
çok yüksek olan âlim, üstad-ı
azam.
cüz’î:
küçük, az.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ehl-i iman:
inananlar, iman sahip-
leri.
ehl-i vukuf:
bir mesele hakkında
bilgi ve yetki sahibi olanlar, hâ-
kimler.
esef:
acıma, üzülme.
hakikat:
gerçek, esas.
hamele-i Kur’ân:
hâfızlar, Kur’ân’ı
ezberleyenler.
hasudâne:
kıskançlıkla, hasetçi-
likle.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hücûm:
saldırma.
ihsan-ı İlâhî:
İlâhî ihsan; Cenab-ı
Hakkın mahlûkatına ihsan ettiği
bütün nimetler, ikramlar, hediye-
ler, bağışlar.
ikaz:
dikkat çekme, uyarma,
uyandırma.
imha:
ortadan kaldırma, mah-
vetme.
inayet-i hassa:
özel yardım, Ce-
nab-ı Hakk’ın sevdiği kullarına
yapmış olduğu hususî himayesi ve
yardımı.
izzet:
şeref, yücelik; kuvvet, kud-
ret, üstünlük.
kabil-i inkâr:
inkârı mümkün, in-
kâr edilebilir.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy yo-
luyla Hz. Muhammed’e indirilmiş,
semavî kitapların sonuncusu.
mecbur:
zorunlu olma, zorunda
kalma.
menba:
kaynak.
muavenet:
yardım.
mu’ciznüma:
mu’cizeli, mu’cize
gösteren.
muhafaza:
koruma.
muhterem:
saygı değer, hürmete
lâyık, saygın.
muhtevî:
ihtiva eden, içine
alan, içinde bulunduran, kap-
sayan.
mukabele:
karşılık verme,
karşılama.
mücadele:
savaşma, çatışma,
kavga.
müdafaa:
savunma.
mütalâa:
bir şeyi etraflıca dü-
şünme, tetkik etme.
nazar:
bakış, dikkat.
nazik:
narin, ince; dikkat ge-
rektiren, önemli.
rapor:
her hangi bir işte, bir
konuda yapılan inceleme ve
araştırma sonucu, düşünceleri
veya gözlemleri bildiren yazı.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
savlet:
şiddetli hücum, sal-
dırma.
sual:
soru.
suret:
biçim, şekil, tarz.
sükût:
susma, sessiz kalma.
şefkat:
karşılıksız sevgi bes-
leme, içten ve karşılıksız mer-
hamet.
tahrik:
bir kimseyi kötü bir iş
yapması için ileri sürme, kış-
kırtma.
takviye:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma.
talebe:
öğrenci.
tebdil:
değiştirme, başka bir
hale getirme.
temâdî-i mevkûfiyet:
tutuk-
luluğun devam etmesi.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
vazife:
görev.
zahirî:
görünürde.
zelzele:
yer sarsıntısı, deprem.
zemin:
yeryüzü.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 842 | Şualar
1...,832,833,834,835,836,837,838,839,840,841 843,844,845,846,847,848,849,850,851,852,...1581
Powered by FlippingBook