beyan edildiğinden, onu ona havale ile burada bu kadar
deriz ki:
dünyada mütesanit hiçbir hanedan ve mütevafık hiç-
bir kabile ve münevver hiçbir cemiyet ve cemaat yoktur
ki, Âl-i Beytin hanedanına ve kabilesine ve cemiyetine ve
cemaatine yetişebilsin.
evet, yüzer kudsî kahramanları yetiştiren ve binler ma-
nevî kumandanları ümmetin başına geçiren ve hakikat-i
kur’âniyenin mayası ile ve imanın nuruyla ve İslâmiyet’in
şerefiyle beslenen, tekemmül eden Âl-i Beyt, elbette
ahirzamanda, şeriat-ı Muhammediyeyi ve hakikat-i Fur-
kaniyeyi ve sünnet-i Ahmediyeyi (
AsM
) ihya ile, ilân ile,
icra ile, başkumandanları olan Büyük Mehdînin kemal-i
adaletini ve hakkaniyetini dünyaya göstermeleri gayet
makul olmakla beraber, gayet lâzım ve zarurî ve hayat-ı
içtimaiye-i insaniyedeki düsturların muktezasıdır.
YirMiNCiMESELE
Güneşin mağripten çıkması
(1)
ve
zeminden dabbetü-
larzın zuhurudur
.
(2)
Amma güneşin mağripten tulûu ise, bedahet derece-
sinde bir alâmet-i kıyamettir. Ve bedaheti için, aklın
ihtiyârı ile bağlı olan tevbe kapısını kapayan bir hâdise-i
semaviye olduğundan, tefsiri ve manası zahirdir, tevile ih-
tiyacı yoktur. Yalnız bu kadar var ki:
Şualar | 933 |
B
eŞinci
Ş
ua
prensip.
hâdise-i semaviye:
gök hâdisesi.
hakikat-i Furkaniye:
hak ile batı-
lı, iyi ve kötüyü, hayır ve şerri bir-
birinden ayıran Kur’ân’ın hakikati,
gerçeği.
hakikat-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın ha-
kikati, Kur’ân’ın ifade ettiği ger-
çek.
hakkaniyet:
hak ve adalete uy-
gunluk, hak ve doğruluktan ayrıl-
mama.
hanedan:
hükümdar veya devlet
büyüğü gibi bir kişiye dayanan
soy, büyük aile.
hayat-ı içtimaiye-i insaniye:
in-
sanın sosyal hayatı, insanların oluş-
turdukları cemiyet (toplum) hâ-
linde yaşama hayatı.
icra:
yürütme, bir işi yerine getir-
me.
ihtiyar:
irade, tercih.
ihya:
canlandırma, diriltme, hayat
verme.
kemal-i adalet:
adaletin en mü-
kemmeli, eksiksiz ve noksansız
bir adalet.
kudsî:
mukaddes, yüce.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin duru-
şu ve görünüşü ile bir mana ifade
etmesi.
mağrip:
garp, batı.
mâye:
temel, asıl, esas, öz.
Mehdî:
hadislere göre ahirzaman-
da tevhidi esas alarak imanı mu-
hafaza edip İslâmiyeti hurafeler-
den ve bid’alardan arındırarak za-
manın anlayışına göre yenileye-
cek olan âlim ve önder zat.
mukteza:
iktiza eden, gereken.
mücmel:
öz olarak anlatılmış, kı-
sa ve az sözle ifade edilmiş, öz,
özet.
münevver:
nurlu, ışıklı, parlak.
mütesanit:
tesanüt eden, birbiri-
ne dayanıp kuvvet alan.
mütevafık:
birbirine uygun olan,
denk bulunan.
sünnet-i ahmediye:
Hz. Muham-
med’in (a.s.m.) sünneti, hâl, söz,
tavır ve tasdikleri.
şeriat-ı Muhammediye:
Hz. Mu-
hammed’in (a.s.m.) şeriatı; Hz. Mu-
hammed’in (a.s.m.) tarif ettiği, ge-
tirdiği ve bildirdiği şeriat; İslâm di-
ni.
tefsir:
açıklama, izah.
tekemmül:
olgunlaşma, kemale
erme, mükemmelleşme.
tevil:
yorumlama, yorum.
tulû:
doğma, doğuş.
ümmet:
Müslümanların tamamı;
bütün Müslümanlar.
zahir:
açık, aşikâr.
zuhur:
ortaya çıkma.
ahirzaman:
dünyanın son za-
manı ve son devresi, dünya
hayatının kıyamete yakın son
devresi.
alâmet-i kıyamet:
kıyamet
alâmeti, kıyametin yaklaştığı-
nı bildiren işaretler, belirtiler.
Âl-i Beyt:
Hz. Muhammed’in
(a.s.m.) ailesinden olan, Hz. Mu-
hammed’in (a.s.m.) ev halkı.
bedahet:
açıklık, aşikâr, ispa-
ta ihtiyaç olmayacak derece-
de açıklık.
dabbetülarz:
hadis-i şerifle
ahirzamanda olacağı haber ve-
rilen ve kıyamet alâmetlerin-
den olan bir cins mahlûk.
düstur:
kanun, kural, esas,
1.
Buharî, 9:74, Fiten: 25, Tefsir-i Sure: 6:9. Rikak: 40; Müslim, Tevbe: 31, İman: 248, 249, Fiten:
30, 40, 118, 128, 129; EbuDavud, Cihad: 2, Melâhim: 11, 12; Tirmizî, Fiten: 21, Tefsir-i Sure:
6:8. 9; İbniMâce, Fiten: 25, 28, 32; Müsned, 1:192, 3:164, 201..., 3:31, 4:6, 7; Kenzü’l-Ummal,
14:206.
2.
Müslim, İman: 249, Fiten: 39, 40, 118, 129; EbuDavud, Melâhim: 11, 1; Tirmizî, Fiten: 21, Tef-
sir-i Sure: 6:9; İbniMâce, Fiten: 28, 31, 32; Müsned, 2:164, 201, 295, 4:6, 7, 5:268, 357; el-İşaa
fîEşrati’s-Saa, s.177; Muhtasar-ıTezkiretü’l-Kurtubî, s.157.