süngülerine aittir. Ve menfi tedbirlerle zayiatlar olsa, ku-
mandanlarına aittir.
İşte hak ve hakikatin bu düstur-i esasiyesine bütün bü-
tün muhalif olarak müspet terakkiyat ve hasenat o müt-
hiş başlara ve menfi icraat ve seyyiat bîçare milletlerine
verilmesiyle, nefret-i ammeye lâyık olan o şahıslar, istid-
raç cihetiyle, ehl-i gaflet tarafından bir muhabbet-i umu-
miyeye mazhar olurlar.
•
İkinci cihet ve sebep
: Her iki deccal, azamî bir istib-
dat ve azamî bir zulüm ve azamî bir şiddet ve dehşetle ha-
reket ettiklerinden, azamî bir iktidar görünür.
evet, öyle acip bir istibdat ki, kanunlar perdesinde her-
kesin vicdanına ve mukaddesatına, hatta elbisesine mü-
dahale ederler. (zannederim, asr-ı ahirde İslâm ve türk
hürriyetperverleri, bir hiss-i kablelvuku ile bu dehşetli is-
tibdadı hissederek oklar atıp hücum etmişler. Fakat, çok
aldanıp, yanlış bir hedef ve hata bir cephede hücum gös-
termişler.) Hem öyle bir zulüm ve cebir ki, bir adamın yü-
zünden yüz köyü harap ve yüzer masumları tecziye ve
tehcir ile perişan eder.
•
Üçüncü cihet ve sebep
: Her iki deccal, Yahudînin İs-
lâm ve Hristiyan aleyhinde şiddetli bir intikam besleyen
gizli komitesinin muavenetini ve kadın hürriyetlerinin per-
desi altındaki dehşetli bir diğer komitenin yardımını, hat-
ta İslâm deccali masonların komitelerini aldatıp müzahe-
retlerini kazandıklarından, dehşetli bir iktidar zannedilir.
Hem bazı ehl-i velâyetin istihracatıyla anlaşılıyor ki,
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
aleyh:
karşı, karşıt.
asr-ı ahir:
son asır, son devir.
azamî:
en fazla, en çok, nihayet
derecede.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cebir:
zor, zorlama, baskı yapma.
cihet:
yön.
deccal:
kıyamet zamanına yakın
meydana çıkarak fitne ve fesada
sebep olacağı, İslâmî şeairi tahrip
edeceği, tarihte görülmemiş zu-
lümleri nifakla aldatarak yapaca-
ğı hadis-i şeriflerde belirtilmiş ya-
lancı ve zararlı şahıs.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
düstur-i esasiye:
temel düstur-
lar, prensipler, esas kaideler.
ehl-i gaflet:
dünyaya daldığından
dolayı ahiretin farkında olmayan.
ehl-i velâyet:
velî olanlar; eren-
ler, Allah’ın dostluğunu kazanan-
lar, velîlik sıfatını taşıyanlar.
hâk:
doğru, gerçek, hakikat.
hakikat:
gerçek.
hasenat:
iyi ameller, iyi işler, ha-
yırlar.
hiss-i kablelvuku:
Bir şeyi vuku-
undan önce hissetme, bir hâdise-
nin gerçekleşmesinden önce kal-
be doğması.
hürriyetperver:
hürriyet sever.
icraat:
işler.
iktidar:
güç, idareyi elinde bulun-
durma.
intikam:
öç alma, kendisine, bu-
lunduğu topluluğa veya benim-
seciği bir şeye karşı yapılan kötü-
lüğe karşılık verme.
istibdat:
hak ve hukuku tanıma-
ma, keyfî uygulama, zulüm ve ta-
hakküm.
istidraç:
derece derece Allah’ın
rahmetinden uzaklaşıp azabına
yaklaşması için azgın ve günah-
kâr kişilere verilen bir takım ola-
ğanüstü hâller ve bir takım dün-
yevî üstün makam ve mevkiler.
istihracat:
istihraçlar, bazı işaret-
lerle belli bir şeyi daha belirgin
olarak ortaya çıkarmak.
kanun:
devletin yasama kuvveti
tarafından herkesçe uyulmak üze-
re konulan her türlü kaide, yasa.
komite:
kötü bir maksat için top-
lanmış topluluk, cemiyet.
kumandan:
komutan.
lâyık:
uygun, yakışır, münasip.
mason:
dünyevi maksatlarla ku-
rulmuş, sıkı bir dayanışmayı esas
alan komitacı teşkilâtın mensu-
bu.
masum:
suçsuz, günahsız, saf, te-
miz.
mazhar:
nail olma, şereflen-
me.
menfi:
olumsuz, müspet ol-
mayan.
muavenet:
yardım.
muhabbet-i umumîye:
umu-
mî sevgi.
muhalif:
zıt, aykırı.
mukaddesat:
mukaddes olan
şeyler, kutsal şeyler, müba-
rek, aziz, temiz, yüce olarak
kabul edilen şeyler.
müdahale:
karışma.
müspet:
olumlu, yapılması
memnuniyet veren.
müthiş:
dehşet veren, ürkü-
ten, dehşetli, korkunç.
müzaheret:
yardım, arkala-
ma, yardım etme, koruma, ar-
ka çıkma.
nefret-i amme:
umumun, ge-
nelin nefreti.
seyyiat:
seyyieler, fenalıklar,
kötülükler.
şeref:
manevî büyüklük, yü-
celik, onur.
şiddet:
sertlik, katılık; fazlalık,
çokluk.
tecziye:
cezalandırma, ceza
verme.
tedbir:
idare etme; önlem, ça-
re.
tehcir:
yurdundan çıkarma,
sürme, zorla göç ettirme.
terakkiyat:
ilerlemeler, geliş-
meler.
vicdan:
insanın içindeki iyiyi
kötüden ayırabilen ve iyilik
etmekten lezzet duyan ve kö-
tülükten elem alan manevî bir
his.
zayiat:
zarar ve ziyan; kayıp-
lar, yitikler.
zulüm:
haksızlık, eziyet, cefa,
işkence.
B
eŞinci
Ş
ua
| 938 | Şualar