üç sene sıkıntı çekmesinden insanlardan tevahhuş edip,
yalnız, tek başına kalarak, hizmetçisinden ve nur dersini
iştiyakla arzulayandan başka kimse ile bir saat beraber bir
yerde bulunmasından çok sıkılan benim gibi bir bîçareyi,
beşinci koğuşa cebren nakil ve kardeşlerimin yanıma gel-
melerini yasak ettiler. o kalabalık içinde yaşamayacağım
diye çok telâş ederken, birden bir alâmet-i hiddet ve ga-
dap olarak soğuk o derece şiddetlendi ki, eğer o eski ye-
rimde kalsa idim, hiç dayanamayacaktım. o zahmet, be-
nim hakkımda rahmete döndü.
kalbe geldi ki, “gerçi nur Şakirtleri, her koğuşta hem
kendileri hesabına, hem senin bedeline tam nur dersleri
ile çalışıyorlar. Fakat, bu beşinci koğuş, bir nevi tecritha-
ne olmasından, tazeleniyor, değişiyor; nur dersine daha
ziyade muhtaçtır. Hem, rus’un dehşetli bir inkâr ile ve
Allah’ı tanımamak ile hücumunu yazan gazetelerin yazı-
larını okuyan gençler ve ihtiyarlar, elbette iman-ı billâh-
taki mevcudiyet ve vahdaniyet-i İlâhiyeye dair gayet kat’î
ve kuvvetli derslere pek ziyade ihtiyaçları var” diye tes-
bihatta kalbe geldi. Ben de sabah namazından sonra,
eskiden beri on defa okuduğum ve koca Yirminci Mek-
tup risalesi on bir kelimesinde, hem on bir bürhan-ı
vücub-i vücut ve vahdet-i rabbaniye, hem on bir müjde
gayet parlak, güneş gibi tafsilâtla gösteren ve bir rivayet-
te İsm-i Azam taşıyan bu tehlil ve tevhid-i muazzam,
o
â«/
o
Án
h » /
«r
ëo
j
o
ór
ªn
?r
G o
¬n
dn
h o
?r
?o
Ÿr
G o
¬n
d o
¬n
d n
?j /
ôn
°T n
’ o
?n
ór
Mn
h *G s
’p
G n
¬'
dp
G n
B’
(1)
o
Ò°/
ün
Ÿr
G p
¬ r
«n
dp
Gn
h l
ôj/
ón
b m
Ar
Àn
T u
?o
c '
¤n
Y n
ƒo
gn
h o
ô r
«n
ÿr
G p
?p
ón
«p
H o
äƒo
ªn
j n
’ w
»n
Mn
ƒo
gn
h
alâmet-i hiddet:
öfke işareti, hid-
det belirtisi.
arzu:
bir şeye karşı duyulan istek,
heves.
bedel:
bir şeyin yerini tutan, kar-
şılık.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
bürhan-ı vücub-i vücut:
Cenab-ı
Hakkın varlığının zorunlu, vacip ve
gerekli olmasının delili, ispatı.
cebren:
cebirle, zorla, kuvvet kul-
lanarak, mecburî.
dair:
alâkalı, ilgili.
dehşetli: ürkütücü, korkunç.
gadap:
kızgınlık, hiddet, öfke.
gayet:
son derece.
gerçi:
öyle ise de, her ne kadar.
hücum:
saldırma.
iman-ı billâh:
Allah’a inanma, Al-
lah’ı, onun kâinatta tecelli eden
bütün sıfat ve isimleriyle beraber
kabul ederek Ona inanma.
inkâr:
Allah’ın varlığına, birliğine
inanmama, kabul ve tasdik etme-
me.
İsm-i azam:
Cenab-ı Hakkın bin
bir isminden en büyük ve mana-
ca diğer isimleri kuşatmış olanı.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla ar-
zu etme.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
koğuş:
hastahane, kışla, hapisha-
ne gibi umumî binalarda çok sa-
yıda kişinin oturmasına veya yat-
masına mahsus büyük oda.
mevcudiyet:
mevcut olma, var-
lık.
nakil:
bir yerde başka bir yere ta-
şıma, yer değiştirme, aktarma.
nevi:
çeşit, tür.
rahîm:
sonsuz merhamet sahibi
olan Allah.
rahman:
sonsuz merhamet sahi-
bi ve şefkatle bütün varlıkları rı-
zıklandıran Allah.
rahmet:
şefkat, merhamet, bağış-
lama ve esirgeyicilik.
rivayet:
Hz. Peygamberden nak-
ledilen hadis.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tafsilât:
tafsiller, açıklamalar, izah-
lar.
tecrithane:
tecrit yeri, tek başına
kalınan hücre yeri.
tehlil:
Allah’tan başka ilâh olma-
dığını ifade etme; lâ ilâhe illâl-
lah sözünü tekrarlama, lâ ilâ-
he illâllah deme.
tesbihat:
tesbihler, Cenab-ı
Hakkın bütün noksan sıfatlar-
dan uzak ve bütün kemal sı-
fatlara sahip olduğunu ifade
eden sözler.
tevahhuş:
yalnızlaşma, vah-
şîleşme, yabancılaşma.
tevhid-i muazzam:
büyük ve
yüksek Allah’ın birliği hakika-
ti.
vahdaniyet-i İlâhiye:
İlâhî bir-
lik, Allah’ın bir, tek olması.
vahdet-i rabbaniye:
terbiye
ve idare edici Allah’ın mutlak
birliği.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, me-
şakkat.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O birdir. Allah bir olur; ortağı yoktur. Mülk Onundur. Ezel-
den ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Ona mahsustur ve Ona lâyıktır. Ha-
yatı veren ve devam ettiren yine Odur. Ölümü de yaratan ve bâkî âleme alan Odur. O ezelî
ve ebedî hayat sahibidir. Her hayır Onun elindedir; yapılan her hayrı da kaydeder ve kar-
şılığını verir. Onun her şeye gücü yeter ve hiçbir şey Ona ağır gelmez. Dönüş yalnız Ona-
dır. (Buharî, Ezan:155, Teheccüt: 21; Müslim, Zikir: 28, 30; EbuDavud Vitir: 24.)
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
| 944 | Şualar