hikmet ve bütün otlar ve çiçeklerin teşkilâtına dair pek
harika ve küllî bir sanatkârlık bulunmak, havanın her bir
zerresinde –
Rehber
’deki Hüve nüktesinin dediği gibi– bü-
tün konuşmaları ve telefon ve radyoların kelimelerini bi-
lecek ve sair zerrelere ders verecek bir kabiliyet bulunmak
lâzım gelir. Bu acip fikri ise, hiçbir şeytan, hiçbir kimse-
ye kabul ettiremez. Ve bu derece akıldan, hakikatten uzak
ve bütün mevcudata karşı bir tahkir ve tecavüz olan kü-
für ve inkârın cezası, ancak dehşetli cehennem olabilir ve
ayn-ı adalettir. elbette öyle münkirler için, “Yaşasın ce-
hennem!” dememiz lâzım.
SEKiZiNCiKELiME:
(1)
o
äƒo
ªn
j n
’ w
»n
Mn
ƒo
gn
h
’tur. Bundaki hüccete gayet kısa bir
işaret şudur:
Meselâ, nasıl gündüzde çalkanan bir deniz yüzünde ve
akan bir nehir üstündeki kabarcıklarda görünen güneş-
çikler gitmeleriyle arkalarından gelen yeni kabarcıklar, ay-
nen gidenler gibi güneşçikleri gösterip gökteki güneşe işa-
ret ve şahadet ederler ve zeval ve vefatlarıyla bir daimî
güneşin mevcudiyetine ve bekasına delâlet ederler.
Aynen öyle de, her vakit değişen kâinat denizinin yü-
zünde ve tazelenen hadsiz fezasında ve zerrat tarlasında
ve bütün hâdisatı ve fânî mevcudatı kucağına alarak be-
raber çalkanan zaman nehrinin içinde mahlûkat, müte-
madiyen sür’atle akıp gidiyorlar, zahirî sebepleriyle bera-
ber vefat ediyorlar. Her sene, her gün bir kâinat ölür, bir
Şualar | 951 |
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
mevcudiyet:
mevcut olma, var-
lık.
münkir:
Allah’ın varlığını kabul ve
tasdik etmeyen, imansız, dinsiz.
mütemadiyen:
sürekli olarak, de-
vamlı.
sair:
diğer, başka, öteki.
sanatkâr:
sanatçı, usta.
sür’at:
çabuk olma, hızlılık.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
tahkir:
hakaret etme, küçük gör-
me, şeref ve haysiyetini incitme.
tecavüz:
saldırma, sataşma, baş-
kasının hakkına dokunma.
teşkilât:
yapışlar, kuruluşlar.
vefat:
ölme.
zahirî:
görünüşte olan; zahire, dı-
şa ait olan.
zerrat:
zerreler, atomlar.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
zeval:
yerinden ayrılıp gitme; so-
na erme, yok olma.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
ayn-ı adalet:
adaletin aslı, ada-
letin tâ kendisi.
beka:
bâkîlik, ebedîlik, son-
suzluk.
daimî:
sürekli, devamlı.
dair:
alâkalı, ilgili.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
delâlet:
delil olma, gösterme.
fânî:
ölümlü, geçici.
feza:
kâinatta, yıldızlar arasın-
daki boşluk, uzay.
gayet:
son derece.
hâdisat:
hâdiseler, olaylar.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, doğruluk; gö-
rülen bir şeyin aslı, esası.
harika:
olağanüstü.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bil-
gi, fayda.
hüccet:
delil.
inkâr:
Allah’ın varlığına, birli-
ğine inanmama, kabul ve tas-
dik etmeme.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
küfür:
imansızlık, dinsizlik.
küllî:
umumî, genel, bütün
olan.
mahlûkat:
Allah tarafından ya-
ratılanlar.
meselâ:
örneğin.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahlûklar.
1.
O, kendisine ölüm asla arız olmayan, ezelî ve ebedî hayat sahibidir.