Şualar - page 955

tanımayan ve inkâra sapana, elbette,
(1)
p
ßr
«n
¨r
dG n
øp
e o
õ s
`«n
“n
o
OÉn
µ`n
J
ayetinin dediği gibi, cehennem ona kızıyor ve kızışıyor ve
“Hadsiz azabıma müstahaktır, merhamete hiç lâyık de-
ğildir” diye, lisan-ı hâl ile der.
oNuNCuKELIME:
(2)
l
ôj/
ón
b m
Ar
Àn
T u
?o
c '
¤n
Y n
ƒo
gn
h
’dir. Bundaki hüccete gayet kısa
bir işaret şudur:
Bu misafirhane-i dünyaya gelen her zîşuur, gözünü aç-
tıkça görür ki, bir kudret, bütün kâinatı kabzasında tut-
muş. Ve nihayetsiz, hiç şaşırmayan ezelî, ihatalı bir ilim
ve gayet dikkatli, hiç mizansız, faydasız hareket etmeyen
bir sermedî hikmet ve inayet, o kudretin içinde bulunup
zerrat ordusundan bir tek zerreyi meczup Mevlevî gibi
döndürerek çok vazifelerde istihdam ettiği gibi; küre-i ar-
zı aynı anda, aynı kanunla bir senede yirmi dört bin se-
nelik bir dairede yine, bir meczup Mevlevî misillü gezdi-
rir. Mevsimlerin mahsulâtlarını hayvan ve insanlara getir-
diği aynı kanunla, aynı zamanda güneşi bir mekik, bir çık-
rık yaparak, merkezinde cezbedarâne ve cazibekârâne
döndürüp Manzume-i Şemsiye ordusu olan seyyarat yıl-
dızlarını kemal-i mizan ve intizamla vazifelerde çalıştırır.
Ve aynı kudret, aynı zamanda aynı kanun-i hikmetle
zemin sahifesinde, yüz binler kitap hükmünde yüz binler
Şualar | 955 |
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
nunu.
kemal-i intizam:
intizamın mü-
kemmel oluşu, tam ve eksiksiz
düzen.
kemal-i mizan:
ölçünün tam ve
kusursuz oluşu, tam ölçü, mü-
kemmel ölçü.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
lâyık:
uygun, yakışır, münasip.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin duru-
şu ve görünüşü ile bir mana ifade
etmesi.
mahsulât:
meyveler, ürünler.
Manzume-i Şemsiye:
güneş ile
ona bağlı olan seyyareler, güneş
sistemi.
meczup:
cezbeye tutulmuş, İlâhî
aşkla aklî dengesi değişmiş kim-
se, divane.
mekik:
dokumacılıkta, atkı iplik-
lerini çözgü iplikleri arasından ge-
çirmekte kullanılan masuralı alet.
merhamet:
acımak, şefkat gös-
termek, korumak, esirgemek.
Mevlevî:
Mevlevîlik tarikatine men-
sup kimse.
misafirhane-i dünya:
dünya mi-
safirhanesi.
misillü:
gibi, benzeri.
mizan:
ölçü, denge.
müstahak:
hak eden, hak etmiş.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
sahife:
sayfa.
sermedî:
ebedî, daimî, sürekli.
seyyarat:
gezegenler.
vazife:
görev.
zemin:
yeryüzü.
zerrat:
zerreler, atomlar.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
azap:
günahlara karşı çekile-
cek ceza, eziyet, işkence.
cezbedarâne:
cezbeye tutul-
muş gibi, Allah sevgisi ile ken-
dinden geçerek.
çıkrık:
.
ezelî:
ezel ile ilgili, öncesiz,
başlangıçsız.
faide:
fayda.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hikmet:
İlahî gaye, gizli se-
bep, fayda.
hüccet:
delil.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
ihatalı:
kuşatıcı.
ilim:
bilme, bilgi.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
inkâr:
Allah’ın varlığına, birli-
ğine inanmama, kabul ve tas-
dik etmeme.
istihdam:
bir hizmette kullan-
ma, çalıştırma.
kabza:
tutamak yeri, el.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kanun:
tabiat olaylarının bağlı
bulunduğu değişmez kaide.
kanun-ı hikmet:
hikmet ka-
1.
Neredeyse öfkeden parçalanacak! (Mülk Suresi: 8.)
2.
Onun her şeye gücü yeter ve hiçbir şey Ona ağır gelmez.
1...,945,946,947,948,949,950,951,952,953,954 956,957,958,959,960,961,962,963,964,965,...1581
Powered by FlippingBook