kaderiyle yazılır, tazelenir, değişir. Bir nihayetsiz rububi-
yet içinde nihayetsiz bir ilim ve hikmet ve ihatalı hadsiz
bir rahmet ve dikkat ile bu milyonlar âlemleri ve seyyal
kâinatları idare eden bir rabbülâlemîn’in vücub-i vücudu-
na ve vahdetine küllî ve cüz’î şahadetler, zerreler ve zer-
relerden terekküp eden mevcutlar adedince hadsiz, niha-
yetsiz şahadetler her an ve zaman geliyorlar. zerrat tar-
lasından tâ Manzume-i Şemsiyeye, tâ samanyolu denilen
kehkeşan dairesine ve bir hüceyre-i bedenden tâ zemin
mahzenine, tâ kâinat heyet-i mecmuasına kadar aynı ka-
nun, aynı rububiyet, aynı hikmet ile beraber idare ve ter-
biye eden bir rububiyeti tasdik ve hissetmeyen, bilme-
yen, görmeyen bir insan, elbette hadsiz bir azaba kendini
müstahak eder ve merhamete liyakatini selbeder.
ÜçÜNCÜ KElİME:
(1)
p
º« /
M s
ôdG p
ø '
ªr
M s
ôdn
G
’dir. Bundaki hüc-
cete gayet kısa bir işaret:
evet, kâinatta hadsiz rahmetin mevcudiyeti ve hakika-
ti aynen güneşin ziyası gibi görünür. Ve ziyanın güneşe
kat’î şahadeti misillü, bu geniş rahmet dahi, perde arka-
sında bir rahman-ı rahîm’e şahadet eder. evet rahme-
tin bir ehemmiyetli kısmı rızıktır ki, rahman’a rezzak
manası verilir. rızık ise, o derece zahir bir tarzda bir rez-
zak-ı rahîm’i gösterir ki, zerre kadar şuuru bulunan tas-
dike mecbur olur. Meselâ, bütün zîhayatın, hususan âciz-
lerin ve bilhassa yavruların, bütün zeminde ve fezada
ihtiyâr ve iktidarlarının haricinde gayet harika bir tarzda
hiçten ve mütemasil çekirdeklerden ve su katrelerinden
âciz:
zayıf, güçsüz.
âlem:
varlık sınıflarından her biri.
azap:
ceza, büyük sıkıntı, şiddetli
acı.
bilhassa:
özellikle.
cüz’î:
küçük, az.
ehemmiyetli:
önemli.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
heyet-i mecmua:
bir şeyin tefer-
ruatına ve cüzlerine bakılmaksı-
zın bütününün gösterdiği hâl ve
manzara.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep,
fayda.
hüccet:
delil.
hüceyre-i beden:
bedendeki hüc-
recikler.
idare:
bir işi yürütme, çekip çevir-
me.
ihatalı:
kuşatıcı.
ihtiyar:
irade, tercih; kendi istek
ve arzularına göre hareket etme.
ilim:
bilme, bilgi.
kader:
İlâhî hüküm; Cenab-ı Hak-
kın takdir ve tayin etmesi.
kat’î:
kesin.
katre:
damla.
Kehkeşan:
Samanyolu.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
liyakat:
lâyık olma, ehliyet.
mahzen:
kaynak, hazine ve defi-
ne deposu.
Manzume-i Şemsiye:
güneş ile
ona bağlı olan seyyareler, güneş
sistemi.
merhamet:
acımak, şefkat gös-
termek, korumak, esirgemek.
mevcudiyet:
var olma, varlık.
misillü:
gibi, benzeri.
müstahak:
hak eden, hak etmiş.
mütemasil:
temasül eden, birbi-
rine benzeyen, birbirine benzer,
eş.
rabbülâlemîn:
âlemlerin Rabbi,
bütün âlemleri idare ve terbiye
eden Allah.
rahman:
sonsuz merhamet sahi-
bi ve şefkatle bütün varlıkları rı-
zıklandıran Allah.
rahman-ı rahîm:
Rahman ve Ra-
hîm olan Allah; dünya ve ahirette
yarattıklarına sonsuz rahmet, şef-
kat ve merhametiyle muamele
eden Allah.
rahmet:
şefkat, merhamet, bağış-
lama ve esirgeyicilik.
rezzak:
bütün yaratılmışların rız-
kını veren ve ihtiyaçlarını karşıla-
yan Allah.
rezzak-ı rahîm:
merhametiyle
rızık veren Allah.
rızık:
Allah tarafından her canlı
için ayrılmış ve takdir edilmiş olan
nimet, yiyecek içecek ve giyecek
ile ilgili şeyler.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her za-
man, her yerde, her mahlûka
muhtaç olduğu şeyleri verme-
si, onu terbiye etmesi ve ida-
resi altında bulundurma vasfı.
selbetme:
ortadan kaldırma,
iptal etme; olumsuzlaştırma.
seyyal:
akıcı, akan.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
tasdik:
bir şeyin veya kimse-
nin doğruluğuna kesin olarak
hükmetme.
terbiye:
besleyip büyütme,
yetiştirme.
terekküp:
karışıp birleşme,
birden fazla şeyin birleşme-
sinden oluşma.
vahdet:
birlik ve teklik.
vücub-i vücut:
varlığı gerekli
olmak, olmaması imkânsız ol-
mak, varlığı zarurî ve vacip ol-
mak.
zahir:
açık, aşikâr.
zemin:
yeryüzü.
zerrat:
zerreler, atomlar.
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom.
zîhayat:
hayat sahibi.
ziya:
ışık, aydınlık, nur, par-
laklık.
1.
O Rahman’dır; rahmeti bütün varlıkları kuşatır ve bütün yaratıklarının her türlü rızkını mer-
hametle yetiştirir. O Rahîm’dir; yaratıklarına karşı pek şefkatli ve merhametlidir. (Fatiha Su-
resi: 3.)
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
| 962 | Şualar