evet,
hakikat ve maslahat sulhtur
. Çünkü, ecel birdir,
değişmez. o maktul, herhâlde, ecel geldiğinden daha
dünyada kalmayacaktı. o katil ise, o kaza-i İlâhiyeye va-
sıta olmuş. eğer barışmak olmazsa, iki taraf da daima
korku ve intikam azabını çekerler. onun içindir ki, “üç
günden fazla bir mü’min diğer bir mü’mine küsmemek,”
İslâmiyet emrediyor. eğer o katl bir adavetten ve bir kin-
li garazdan gelmemişse ve bir münafık o fitneye vesile
olmuş ise, çabuk barışmak elzemdir. Yoksa, o cüz’î mu-
sibet büyük olur, devam eder. eğer barışsalar ve öldüren
tevbe etse ve maktule her vakit dua etse, o hâlde her iki
taraf çok kazanırlar ve kardeş gibi olurlar. Bir gitmiş kar-
deşe bedel, birkaç dindar kardeşleri kazanır. kaza ve ka-
der-i İlâhiyeye teslim olup düşmanını affeder. Ve bilhas-
sa, madem risale-i nur dersini dinlemişler; elbette ma-
beynlerinde bulunan bütün küsmekleri bırakmaya, hem
maslahat ve istirahat-i şahsiye ve umumîye, iktiza ediyor-
lar. nasıl ki denizli hapsinde birbirine düşman bütün
mahpuslar nurlar dersiyle birbirine kardeş oldular ve bi-
zim beraatimize bir sebep olup, hatta dinsizlere, serseri-
lere de o mahpuslar hakkında “Maşaallah, bârekâllah!”
dedirttiler, o mahpuslar tam teneffüs ettiler. Ben burada
gördüm ki, bir tek adamın yüzünden yüz adam sıkıntı çe-
kip beraber teneffüse çıkmıyorlar. onlara zulüm olur.
Mert, vicdanlı bir mü’min, küçük ve cüz’î bir hata veya
menfaatle, yüzer zararı ehl-i imana vermez. eğer hata
etse, verse; çabuk tevbe etmek lâzımdır.
{{{
Şualar | 769 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
kin:
gizli düşmanlık, öç almayı
amaçlayan gizli düşmanlık, garaz,
kuvvetli hınç.
mabeyn:
ara.
madem:
… -den dolayı, böyle ise.
mahpus:
hapsedilmiş olan, mev-
kuf.
maktul:
öldürülmüş, katledilmiş,
vurulmuş kimse.
maslahat:
uygun iş, yerine göre
icap eden davranış.
maşaallah:
Allah’ın istediği gibi,
Allah’ın istediği olur anlamında
hayret ve memnunluk ifade eden
bir ibare.
menfaat:
fayda.
mert:
sözünün eri; özü, sözü doğ-
ru.
musibet:
felâket, belâ.
mü’min:
iman eden, inanan.
münafık:
nifak sokan, ara bozucu;
kalbinde küfrü gizlediği hâlde Müs-
lüman görünen.
serseri:
ötede beride başı boş ge-
zen, işsiz, güçsüz.
sulh:
barış, barışma, barışıklık, an-
laşarak düşmanlığı kaldırma.
teneffüs:
soluklanma, rahatlama,
dinlenme.
tevbe:
işlenmiş bir günahtan piş-
manlık duyup Allah’tan af dileme
ve bir daha işlememek üzere söz
verme.
vasıta:
aracı.
vesile:
aracı, vasıta.
vicdan:
insanın içindeki iyiyi kö-
tüden ayırabilen ve iyilik etmekten
lezzet duyan ve kötülükten elem
alan manevî bir his.
zulüm:
haksızlık, eziyet, cefa, iş-
kence.
adavet:
düşmanlık, husumet.
azap:
ceza, büyük sıkıntı, şid-
detli acı.
bârekâllah:
Allah mübarek et-
sin, hayırlı ve bereketli olsun.
bedel:
bir şeyin yerini tutan,
karşılık.
beraat:
temize çıkma; bir da-
vanın neticesinde suçsuz ol-
duğu anlaşılma.
bilhassa:
özellikle.
cüz’î:
küçük, az.
dindar:
dinî kaidelere hakkıyla
riayet eden, dininin emirlerini
yerine getiren, mütedeyyin.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ecel:
her canlının Allah tara-
fından takdir edilen ölüm vak-
ti.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
elzem:
daha (en, pek) lâzım,
lüzumlu, gerekli.
fitne:
karışıklık, bozgunculuk,
azgınlık.
garaz:
kötü kasıt, düşmanca
niyet, kin.
hakikat:
gerçek.
iktiza:
lâzım gelme, gerekme.
intikam:
öç alma.
istirahat-i şahsiye:
şahsî huzur
ve rahatlama.
istirahat-ı umumiye:
herkesin
istirahati, rahat etmesi.
kader-i İlâhiye:
İlâhî kader,
Allah’ın kader kanunu.
katil:
adam öldüren, insan öl-
düren kimse, cani.
katl:
öldürme.
kaza:
olacağı Cenab-ı Hak ta-
rafından bilinen ve takdir olu-
nan şeylerin zamanı gelince
yaratması.
kaza-i İlâhiye:
Allah’ın emrinin,
takdirinin yerine gelmesi.