Şualar - page 759

gelenler oraya girip kayboluyorlar; ve madem bu hayat-ı
dünyeviye gayet sür’atle gidiyor ve madem ölüm, ehl-i
iman hakkında idam-ı ebedîden terhis tezkeresine çevril-
diğini, hakikat-i Kur’âniye ile Risale-i Nur güneş gibi gös-
termiş ve ehl-i dalâlet ve sefahat hakkında göz ile görün-
düğü gibi bir idam-ı ebedîdir, bütün mahbubatından ve
mevcudattan bir firak-ı lâyezalîdir; elbette ve elbette, hiç-
bir şüphe kalmaz ki; en bahtiyar odur ki, Sabır içinde şük-
redip hapis müddetinden tam istifade ederek, Nurlar der-
sini alarak, istikamet dairesinde imanına ve Kur’ân’a hiz-
mete çalışır.
ey zevk ve lezzete müptelâ insan! Ben yetmiş yaşında
binler tecrübelerle ve hüccetlerle ve hâdiselerle aynelya-
kin bildim ki,
hakikî zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz se-
vinç ve hayattaki saadet, yalnız imandadır ve iman haki-
katleri dairesinde bulunur
. Yoksa, dünyevî bir lezzette çok
elemler var. Bir üzüm tanesi yedirir, on tokat vurur; ha-
yatın lezzetini kaçırır.
ey hapis musibetine düşen bîçareler! Madem dünyanız
ağlıyor ve tatlı hayatınız acılaştı; çalışınız, ahiretiniz dahi
ağlamasın ve hayat-ı bâkiyeniz gülsün, tatlılaşsın. Ha-
pisten istifade ediniz. nasıl bazen ağır şerait altında düş-
man karşısında bir saat nöbet, bir sene ibadet hükmüne
geçebilir; öyle de, sizin ağır şerait altında her bir saat iba-
det zahmeti, çok saatler olup, o zahmetleri rahmetlere
çevirir.
{{{
Şualar | 759 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddüde
mahal bırakmayan.
keder:
kaygı, acı, hüzün.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy yo-
luyla Hz. Muhammed’e indirilmiş,
semavî kitapların sonuncusu.
madem:
… -den dolayı, böyle ise.
mahbubat:
sevilenler, sevgililer,
sevilen kimseler.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahlûklar.
musibet:
felâket, belâ.
müddet:
süre, zaman.
müptelâ:
tutkun, bir şeye düşkün
ve tutulmuş olan.
rahmet:
şefkat etmek, merhamet
etmek, esirgemek.
saadet:
mutluluk.
sabır:
başa gelen üzücü olaylara,
belâ ve afetlere veya bir haksızlığa
katlanma, tahammül göstererek
Allah’a tevekkül edip sıkıntılara
göğüs germe.
şerait:
şartlar.
şükür:
Allah’ın nimetlerine karşı
memnunluk gösterme, gerek dil
ile gerekse hâl ile Allah’ı hamd
etme.
terhis:
izin verme, serbest bırak-
ma.
tezkere:
belge, görevin bittiğini
belgeleyen izin kâğıdı.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşakkat.
ahiret:
dünya hayatından son-
ra başlayıp ebediyen devam
edecek olan ikinci hayat.
aynelyakin:
gözle görür de-
recede inanma; bir şeyi görerek
ve seyrederek bilme.
bahtiyar:
bahtlı, tâli’li, mes’ut
, mutlu.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
dünyevî:
dünyaya ait.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yol-
dan çıkanlar, azgın ve sapkın
kimseler.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
ehl-i sefahat:
sefihler, nefsî
zevk ve lezzetleri çok masraf
yapanlar.
elem:
dert, üzüntü, maddî-
manevî ıztırap.
firak-ı lâyezalî:
bitmeyen ay-
rılık, ebedî ayrılış.
gayet:
son derece.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikat-i Kur’âniye:
Kur’ân’a
ait olan gerçek.
hakikî:
gerçek.
hayat-ı bakıye:
bâkî olan, son-
suz hayat, ahiret hayatı.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya
ait olan hayat.
hüccet:
delil.
hükmüne:
yerine, değerine.
idam-ı ebedî:
dirilmemek üze-
re yok oluş, ahiret inancı ol-
madığı için ölümü ebedî yok-
luğa gitmek olarak görme.
iman:
inanma, itikat.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
istikamet:
inanç, düşünce ve
niyette, tutum ve davranışta
Allah’ın rızasına uygun dürüst-
lük.
1...,749,750,751,752,753,754,755,756,757,758 760,761,762,763,764,765,766,767,768,769,...1581
Powered by FlippingBook