veya fakir veya garip olsa, o sadaka-i maneviyenin seva-
bını çok ziyadeleştirir. İşte
bu kıymetli kazancın şartı, farz
namazını kılmaktır; tâ ki, o hizmeti lillâh için olsun. Hem
bir şartı da, sadâkat ve şefkat ve sevinçle ve minnet et-
memek tarzda yardımlarına koşmaktır
.
{{{
GençlikRehbeRi’NiNKÜçÜKBirhaşiYESi
(1)
o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ª°r
SÉp
H
Risale-i Nur’
daki hakikî teselliye mahpuslar çok muh-
taçtırlar. Hususan gençlik darbesini yiyip taze ve şirin öm-
rünü hapiste geçirenlerin, nurlara ekmek kadar ihtiyaç-
ları var.
evet,
gençlik damarı akıldan ziyade hissiyatı dinler.
His ve heves ise kördür, akıbeti görmez
. Bir dirhem ha-
zır lezzeti ileride bir batman lezzete tercih eder; bir daki-
ka intikam lezzeti ile katleder, seksen bin saat hapis
elemlerini çeker; ve bir saat sefahat keyfiyle-bir namus
meselesinde-binler gün hem hapsin, hem düşmanının
endişesinden sıkıntılarla ömrünün saadeti mahvolur.
Bunlara kıyasen, bîçare gençlerin çok vartaları var ki; en
tatlı hayatını en acı ve acınacak bir hayata çeviriyorlar.
Ve bilhassa şimalde koca bir devlet, gençlik hevesatını
elde ederek, bu asrı fırtınalarıyla sarsıyor. Çünkü akıbeti
akıbet:
nihayet, sonuç.
asr:
yüzyıl.
batman:
eski ağırlık ölçülerinden
olup, iki okka ile sekiz okka ara-
sında değişen ağırlık ölçüsü.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
bilhassa:
özellikle.
dirhem:
yaklaşık üç grama denk
gelen eski bir ağırlık ölçüsü, çok
küçük parça (mecaz).
elem:
dert, üzüntü, maddî-manevî
ıztırap.
endişe:
kaygı.
garip:
kimsesiz, zavallı.
hakikî:
gerçek.
haşiye:
dipnot.
heves:
nefsin hoşuna giden istek.
hevesat:
hevesler.
his:
duygu.
hissiyat:
hisler, duygular.
hususan:
bilhassa, özellikle.
intikam:
öç alma.
katl:
öldürme.
kıyasen:
kıyas ederek, karşı-
laştırarak.
kıymet:
değer.
lillâh:
Allah için.
mahpus:
hapsedilmiş olan,
mevkuf.
mahvolma:
yok olma, ortadan
kalkma, batma.
mesele:
önemli konu.
minnet:
bir iyilik karşısında
kendini manevî olarak borçlu
hissetme, yük altında kalma.
saadet:
mutluluk.
sadaka-i maneviye:
belâları
defedecek manevî sadaka.
sadâkat:
bağlılık, doğruluk.
sefahat:
zevk, eğlence ve ya-
sak şeylere düşkünlük, sefih-
lik.
sevap:
hayırlı bir işe karşı Allah
tarafından verilen mükâfat; se-
vap.
şefkat:
acıyarak ve esirgeyerek
sevme, içten ve karşılıksız mer-
hamet.
şimal:
kuzeyde yer alan böl-
geler.
tarz:
biçim, şekil, suret.
teselli:
avutma, acısını dindir-
me.
varta:
tehlike, büyük tehlike.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 756 | Şualar