Şualar - page 748

Ben de derim:
Ehl-i dünyanın hükmü var, şevketi var, kuvveti varsa,
Kur’ân’ın feyziyle, hadiminde de,
Şaşırmaz ilmi, susmaz sözü vardır,
Yanılmaz kalbi, sönmez nuru vardır.
Çok dostlarla beraber, bana nezaret eden bir kuman-
dan, mükerreren sual ettiler: “neden vesika için müraca-
at etmiyorsun, istida vermiyorsun?”
El cevap
: Beş altı sebep için müracaat etmiyorum ve
edemiyorum:
Birincisi
: Ben ehl-i dünyanın dünyasına karışmadım
ki, onların mahkûmu olayım, onlara müracaat edeyim.
Ben kader-i İlâhînin mahkûmuyum ve ona karşı kusurum
var; ona müracaat ediyorum.
İkincisi
: Bu dünya çabuk tebeddül eder bir misafirha-
ne olduğunu yakînen iman edip bildim; onun için, haki-
kî vatan değil, her yer birdir. Madem vatanımda bâkî kal-
mayacağım; beyhude ona karşı çabalamak, oraya git-
mek bir şeye yaramıyor. Madem her yer misafirhanedir;
eğer Misafirhane sahibinin rahmeti yâr ise, herkes yâr-
dır, her yer yarar. eğer yâr değilse, her yer kalbe bârdır
ve herkes düşmandır.
Üçüncüsü
: Müracaat kanun dairesinde olur. Hâlbu-
ki bu altı senedir bana karşı muamele, keyfî ve fevkalka-
nundur. Menfiler kanunuyla bana muamele edilmedi.
bâkî:
ebedî, daimî.
bâr:
yük, sıkıntı, zahmet.
beyhude:
boşuna, boşu boşuna.
ehl-i dünya:
sadece dünya hayatı
için yaşayan, ahireti düşünmeyen.
fevkalkanun:
kanun üstü, ka-
nun dışı, kanunun kabul et-
mediği.
feyiz:
bereket, ilim, irfan, il-
ham.
hadim:
hizmetçi.
hakikî:
gerçek.
hâlbuki:
oysa ki.
hüküm:
hâkimiyet, kuvvet,
kudret.
iman:
inanmak, itikat.
istida:
dilekçe.
kader-i İlâhî:
İlâhî kader.
kanun:
yasa.
keyfî:
kanun ve nizama uygun
olmayarak, keyfe, arzuya, is-
teğe bağlı.
kumandan:
komutan.
kusur:
özür, suç.
kuvvet:
güç, kudret.
mahkûm:
hükümlü.
menfî:
sürgün edilmiş.
misafirhane:
geçici bekleme
yeri.
muamele:
davranma, davra-
nış.
mükerreren:
tekrarla, defa-
larca.
müracaat:
başvurma, başvuru;
Cenab-ı Hakkın takdir ve tayin
etmesi.
nezaret:
gözetme, gözetim al-
tında tutma.
nur:
aydınlık, ışık.
rahmet:
merhamet etme, şef-
kat gösterme.
sual:
soru.
şevket:
büyüklük, heybet, deb-
debe.
tebeddül:
değişme, başkalaş-
ma.
vesika:
izin kâğıdı.
yakînen:
kesin ve şüphesiz
olarak.
yâr:
dost, yardımcı.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 748 | Şualar
1...,738,739,740,741,742,743,744,745,746,747 749,750,751,752,753,754,755,756,757,758,...1581
Powered by FlippingBook