niyetle ve dünyadan ve huzuzat-ı nefsaniyeden tecerrüt
etmek vesilesiyle o feyizler gelebilir.
Hem de sizin o resmî daireniz dahi, memlekette iken
beni vaiz kabul etti, tayin etti. Ben o vaizliği kabul ettim,
fakat maaşını terk ettim. elimde vesikam var. Vaizlik,
imamlık vesikasıyla her yerde amel edebilirim. Çünkü be-
nim nefyim haksız olmuştur. Hem menfîler madem iade
edildi; eski vesikalarımın hükmü bâkîdir.
Saniyen
: Yazdığım hakaik-ı imaniyeyi doğrudan doğ-
ruya nefsime hitap etmişim. Herkesi davet etmiyorum;
belki ruhları muhtaç ve kalbleri yaralı olanlar, o edviye-i
kur’âniyeyi arayıp buluyorlar. Yalnız, medar-ı maişetim
için, yeni huruf çıkmadan evvel, haşre dair bir risalemi ta-
bettirdim. Bunu da, bana karşı insafsız eski vali, o risale-
yi tetkik edip, tenkit edecek bir cihet bulamadığı için ili-
şemedi.
Üçüncü Mesele
Benim bazı dostlarım, ehl-i dünya bana şüpheli baktık-
ları için, ehl-i dünyaya hoş görünmek için benden zahi-
ren teberri ediyorlar, belki tenkit ediyorlar. Hâlbuki, kur-
naz ehl-i dünya, bunların teberrisini ve bana karşı içtinap-
larını, o ehl-i dünyaya sadakate değil, belki bir nevi riya-
ya, vicdansızlığa hamledip, o dostlarıma karşı fena nazar-
la bakıyorlar.
Ben de derim
: ey ahiret dostlarım! Benim kur’ân’a
hizmetkârlığımdan teberri edip kaçmayınız. Çünkü, in-
şaallah, benden size zarar gelmez. eğer faraza musibet
Şualar | 743 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
menfî:
sürgün edilmiş.
mesele:
ehemmiyetli iş, konu.
muhtaç:
ihtiyacı olan.
musibet:
felâket, belâ.
nazar:
bakış, göz.
nefis:
kişinin kendisi.
nefiy:
sürgün, bir yerde ikamete
mecbur bırakılma.
nevi:
çeşit, tür.
niyet:
kalbin bir şeye karar ver-
mesi.
resmî daire:
devlet dairesi, kamu
kuruluşu.
risale:
belli bir konuda yazılmış
küçük kitap.
riya:
iki yüzlülük.
sadakat:
içten bağlılık.
saniyen:
ikinci olarak.
tab’:
basma.
tayin:
görevlendirme.
teberri:
uzaklaşma.
tecerrüt:
soyutlanma, sıyrılma.
tenkit:
eleştiri; eleştirme.
tetkik:
inceleme, araştırma.
vaiz:
dini meseleler üzerinde öğüt
vererek irşat eden ibadet yerle-
rinde dinin emir ve yasaklarını an-
latarak nasihat eden.
vesika:
belge.
vesile:
vasıta, sebep.
vicdan:
insanın içindeki iyiyi kö-
tüden ayırabilen manevî bir his.
zahiren:
görünüşte.
ahiret:
dünya hayatından son-
ra başlayıp ebediyen devam
edecek olan ikinci hayat.
amel etmek:
çalışmak, iş gör-
mek.
bâkî:
ebedî, sürekli, kalıcı.
cihet:
yön.
dair:
alâkalı, ilgili.
davet:
çağırma.
edviye-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın
devaları, ilâçları.
ehl-i dünya:
sadece dünya
hayatı için yaşayan, ahireti dü-
şünmeyen.
faraza:
farz edilsin, varsayıl-
sın.
fena:
kötü.
feyiz:
bereket, bolluk.
hakaik-ı imaniye:
iman haki-
katleri.
hâlbuki:
oysa ki.
hamletme:
yüklenme, yorum-
lama.
haşir:
Allah’ın, ölüleri diriltip
mahşere çıkarması, dirilme,
ikinci diriliş.
hitap:
söz söyleme, konuşma.
hizmetkâr:
hizmetçi.
huruf:
harfler.
huzuzat-ı nefsaniye:
nefsin
hoşuna giden zevk ve hazlar.
hüküm:
yürürlük.
iade:
geri verme.
içtinap:
çekinme, kaçınma.
ilişmek:
müdahale etmek, ka-
rışmak.
imam:
Müslüman cemaate na-
maz kıldıran kişi.
insafsız:
merhametsiz.
inşaallah:
Allah’ın izniyle.
kurnaz:
açıkgöz, uyanık, baş-
kalarını kandırabilen kimse.
medar-ı maişet:
geçim kay-
nağı.
memleket:
vatan.