garip, yalnız, kimsesiz, nafaka için çalışmaya benim gibi-
lere muvafık olmayan bir köyde, her şeyden, herkesten
men edildim. Hatta, dört sene evvel, harap olmuş bir ca-
mii tamir ettirdim. Memleketimde imamlık ve vaizlik ve-
sikam elimde olduğundan, o camide dört senedir –Allah
kabul etsin– imamlık ettiğim hâlde, şu mübarek geçen
ramazanda mescide gidemedim. Bazen yalnız namazımı
kıldım, cemaatle kılınan namazın yirmi beş sevabından ve
hayrından mahrum kaldım.
İşte, başıma gelen bu iki hâdiseye karşı, aynen iki se-
ne evvel o memurun bana karşı muamelesine gösterdi-
ğim sabır ve tahammülü gösterdim. İnşaallah devam da
ettireceğim. Şöyle de düşünüyorum ve diyorum ki:
eğer ehl-i dünya tarafından başıma gelen şu eziyet, şu
sıkıntı, şu tazyik, ayıplı ve kusurlu nefsim için ise, helâl
ediyorum. Benim nefsim belki bununla ıslah-ı hâl eder;
hem ona kefaretüzzünup olur. dünya misafirhanesinin
safasını çok gördüm; azıcık cefasını görsem, yine şükre-
derim.
eğer imana ve kur’ân’a hizmetkârlığım cihetiyle ehl-i
dünya beni tazyik ediyorsa, onun müdafaası bana ait de-
ğil; onu, Aziz-i Cebbar’a havale ediyorum.
eğer asılsız ve riyaya sebep ve ihlâsı kıracak bir şöh-
ret-i kâzibeyi kırmak için teveccüh-i ammeyi hakkımda
bozmak murat ise, onlara rahmet. Çünkü teveccüh-i
ammeye mazhar olmak ve halkların nazarında şöhret
kazanmak, benim gibi adamlara zarardır zannederim.
aziz-i Cebbar:
istediğini mutlaka
yapabilen, çok izzet sahibi olan
Allah.
cefa:
eziyet, sıkıntı.
cemaat:
bir imama uyup namaz
kılan Müslümanlar topluluğu.
cihet:
yön.
ehl-i dünya:
sadece dünya hayatı
için yaşayan, ahireti düşünmeyen.
evvel:
önce.
eziyet:
büyük sıkıntı, zahmet.
garip:
gurbette kendi memleketi-
nin dışında bulunan.
hâdise:
olay.
halk:
topluluk, insanlar.
harap:
yıkık, viran, yıkılmış.
havale:
bırakma, gönderme.
hayır:
fayda, sevap, iyilik.
helâl:
din bakımından günah ol-
mayan şey.
hizmetkâr:
hizmetçi.
ıslah-ı hâl:
kendi hâlini ıslah etme,
düzeltme.
ihlâs:
samimiyet, ibadet ve dav-
ranışlarda sadece Allah rızasını gö-
zetme.
imam:
Müslüman cemaate namaz
kıldıran kişi.
iman:
inanmak, itikat.
inşaallah:
Allah izin verirse.
kefaretüzzünup:
günahların
kefareti, bağışlanmaya vesile.
kusur:
özür, kabahat.
mahrum:
yoksun.
mazhar:
nail olma, erişme, ka-
vuşma.
memleket:
vatan.
men:
engelleme, yasaklama.
mescit:
ibadet edilecek yer,
cami.
misafirhane:
geçici bekleme,
konaklama yeri.
muamele:
davranış.
murat:
maksat, ulaşılmak is-
tenen şey, kastedilen, istenen.
muvafık:
uygun.
mübarek:
feyizli, bereketli, ha-
yırlı.
müdafaa:
savunma.
nafaka:
yiyecek, içecek parası,
geçim için gerekli olan şey.
nazar:
bakış, düşünce; göz.
nefis:
kötü vasıfları, nitelikleri
kendisinde toplayan hayırlı iş-
lerden alıkoyan güç, kendisi.
rahmet:
esirgeme, şefkat mer-
hamet.
ramazan:
oruç ayı.
riya:
iki yüzlülük, gösteriş.
safa:
zevk, eğlence.
şöhret:
ün, nam.
şöhret-i kâzibe:
geçici, yalancı
şöhret.
şükür:
minnettarlık duyma,
teşekkür.
tahammül:
zora dayanma,
sabretme, katlanma.
tazyik:
zorlama, baskı, şiddet.
teveccüh-i amme:
herkesin
ilgi ve sevgisi.
vaiz:
ibadet yerlerinde dinin
emir ve yasaklarını anlatarak
nasihat eden.
vesika:
belge.
zannetme:
sanma.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 734 | Şualar