eğer o adamın tahkiratı, benim imana ve kur’ân’a hiz-
metkârlığım sıfatıma ait ise, o bana ait değil. o adamı,
beni istihdam eden sahib-i kur’ân’a havale ediyorum. o
Aziz’dir, Hakîm’dir.
eğer sırf beni sövmek, tahkir etmek, çürütmek nev’in-
den ise, o da bana ait değil. Ben menfî ve esir ve garip
ve elim bağlı olduğundan, haysiyetimi kendi elimle düzelt-
meye çalışmak bana düşmez. Belki misafir olduğum ve
bana nezaret eden şu köye, sonra kazaya, sonra vilâyete
hükmedenlere aittir. Bir insanın elindeki esirini tahkir et-
mek, sahibine aittir; o müdafaa eder. Madem hakikat bu-
dur; kalbim istirahat etti,
(1)
p
OÉn
Ñp
©r
dÉp
H l
Ò°/
ün
H %G s
¿
p
G $G n
‹p
G …/
ör
en
G ¢o
Vpq
ƒn
ao
Gn
h
dedim. o vakıayı olmamış gibi saydım, unuttum. Fakat
maatteessüf sonra anlaşıldı ki, kur’ân onu helâl etmemiş.
İkinci hikâye
: Şu senede işittim ki, bir hâdise olmuş.
o hâdisenin vukuundan sonra, yalnız icmalen vukuunu
işittiğim hâlde, o vakıa ile ciddî alâkadarmışım gibi bir
muamele gördüm. zaten muhabere etmiyordum; etsem
de, pek nadir olarak bir mesele-i imaniyeyi bir dostuma
yazardım. Hatta dört senede kardeşime bir tek mektup
yazdım. Ve ihtilâttan hem ben kendimi menediyordum,
hem de ehl-i dünya beni men ediyordu. Yalnız bir iki ah-
bapla haftada bir defa görüşebiliyordum. köye gelen mi-
safirler ise, ayda bir-ikisi, bazı bir-iki dakika, bir mesele-i
ahirete dair benimle görüşüyordu. Bu gurbet hâlimde,
Şualar | 733 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
maatteessüf:
üzülerek, ne yazık
ki.
men:
engelleme, yasaklama.
menfî:
sürgün edilmiş.
mesele-i ahiret:
ahiretle ilgili me-
sele.
mesele-i imaniye:
imanla ilgili
mesele.
muamele:
davranış.
muhabere:
haberleşme.
müdafaa:
savunma.
nadir:
seyrek, az.
nev’:
çeşit, tür.
nezaret:
gözetmek, bakmak.
Sahib-i Kur’ân:
Kur’ân’ın sahibi
olan Allah.
sıfat:
vasıf.
sırf:
sadece.
tahkir:
hakaret etme, aşağılama.
tahkirat:
hakaretler, aşağılama-
lar.
vakıa:
hâdise, olay.
vilâyet:
il.
vuku:
olma, meydana gelme.
ahbap:
dostlar, sevilenler.
alâkadar:
ilgili, münasebetli.
aziz:
çok izzetli, kuvvet ve
kudret sahibi olan Allah.
dair:
alâkalı, ilgili.
ehl-i dünya:
sadece dünya
hayatı için yaşayan, ahireti dü-
şünmeyen.
esir:
tutsak.
garip:
kimsesiz; gurbette, kendi
memleketinin dışında bulu-
nan.
gurbet:
yabancı yerde kalma.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek, doğru.
Hakîm:
her şeyi bir maksatla
uygun yaratan, hikmet sahibi
Allah.
havale:
bırakma, gönderme;
üstüne bırakma.
haysiyet:
şeref, itibar.
helâl:
din bakımından günah
olmayan şey.
hizmetkâr:
hizmetçi.
hükmeden:
hâkim olan.
icmalen:
kısaca, özetle.
ihtilât:
karışıp görüşme, in-
sanlarla bir arada bulunma.
iman:
inanmak, itikat.
istihdam:
hizmet ettirme, ça-
lıştırma.
istirahat:
dinlenme.
kaza:
ilçe.
1.
Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Şüphesiz ki Allah kullarını hakkıyla görendir. (Mü’min
Suresi: 44.)