Eğer derseniz
: “Şeyhler bazen işimize karışıyorlar. sa-
na da bazen şeyh derler.”
Ben de derim
: Hey efendiler! Ben şeyh değilim. Ben
hocayım. Buna delil: dört senedir buradayım. Bir tek
adama tarikat verseydim, şüpheye hakkınız olurdu. Belki
yanıma gelen herkese demişim: “İman lâzım, İslâmiyet
lâzım; tarikat zamanı değil.”
Eğer derseniz
: “sana said-i kürdî derler. Belki sende
unsuriyetperverlik fikri var, o işimize gelmiyor.”
Ben de derim
: Hey efendiler! eski said ve Yeni said’in
yazdıkları meydanda. Şahit gösteriyorum ki, ben
(1)
n
ás
«p
?p
gÉn
ér
dG n
ás
«p
Ñ°n
ün
©r
dG p
âs
Ñ`n
L o
ás
«`p
en
Ó° r
Sp
r
’n
G
ferman-ı kat’îsiyle, es-
ki zamandan beri menfi milliyet ve unsuriyetperverliğe,
Avrupa’nın bir nevi firenk illeti olduğundan, bir zehr-i ka-
til nazarıyla bakmışım. Ve Avrupa, o Frenk illetini İslâm
içine atmış; tâ tefrika versin, parçalasın, yutmasına hazır
olsun diye düşünür. o Frenk illetine karşı eskiden beri te-
daviye çalıştığımı, talebelerim ve bana temas edenler bi-
liyorlar.
Madem böyledir; hey efendiler, her bir hâdiseyi baha-
ne tutup, bana sıkıntı vermeye sebep nedir acaba? Şark-
ta bir nefer hata etse, garpta bir nefere askerlik münase-
betiyle zahmet ve ceza vermek veya İstanbul’da bir esna-
fın cinayetiyle Bağdat’ta bir dükkâncıyı esnaflık münase-
betiyle mahkûm etmek nev’inden, her hâdise-i dünyevi-
yede bana sıkıntı vermek hangi usul iledir, hangi vicdan
hükmeder, hangi maslahat iktiza eder?
Şualar | 731 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
(a.s.m.) kendisine gelen vahiy ile
tebliğ buyurduğu din.
kabilecilik:
kavmiyetçilik.
lâzım:
gerekli.
mahkûm:
hükümlü.
maslahat:
fayda, gaye.
meal:
mana, anlam.
menfi milliyetçilik:
ırkçılık, olum-
suz ve zararlı milliyetçilik.
meselâ:
örnek olarak.
münasebet:
alâka, bağ, ilişki.
nazar:
bakış.
nefer:
asker, er.
nev:
çeşit, tür.
şahit:
delil.
şark:
doğu.
şeyh:
tarikat dersi veren manevî
lider.
talebe:
öğrenci.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için, şeyhin
gözetiminde müridin takip edeceği
terbiye usul ve yolu.
tefrika:
bölünme, parçalanma, ay-
rılık.
temas etmek:
dokunmak; ilgilen-
mek, uğraşmak.
unsuriyetperverlik:
ırkçılık, milli-
yetçilik.
usul:
kanun, düzen, kural.
vicdan:
iyiyi kötüden ayırt etmeye
yardımcı olan ahlâkî duygu.
zahmet:
sıkıntı, eziyet.
zehr-i katil:
öldürücü zehir.
âdet:
görenek, usul, alışkan-
lık.
bahane:
uydurma sebep.
batıl:
dinde yeri olmayan, dini
hükümlere aykırı.
bazen:
zaman zaman.
cinayet:
adam öldürme.
esnaf:
bir sanatla veya dük-
kâncılıkla geçinen kimse.
ferman-ı kat’î:
kesin emir,
buyruk.
Frenk:
Avrupalı, Fransız.
garp:
batı.
hadis:
Hz. Muhammed’e (a.s.m.)
ait söz, emir, fiiller.
hâdise:
olay.
hâdise-i dünyeviye:
dünya ile
ilgili hâdise, olay.
hükmetmek:
karar vermek.
ırkçılık:
menfi milliyetçilik;
olumsuz, zararlı milliyetçilik.
ifade:
söz, deyiş.
iktibas:
kısmen aktarılma.
iktiza:
gerekme, gerektirme.
illet:
hastalık.
iman:
inanmak, itikat, inanç.
İslâmiyet:
Hz. Muhammed’in
1.
İslâm, Cahiliyetten kalma ırkçılık ve kabileciliği ortadan kaldırmıştır. [Bu ifade hadislerden
iktibastır. Meselâ bir hadisin meali şöyledir: “İslâm dini kendinden önceki batıl davranış ve
âdetleri kökünden söküp atar” (Buharî, Ahkâm: 4, İmarâ: 36, 37;EbuDavud, Sünnet: 5; Tir-
mizî, Cihad: 39, İlim: 16; Neseî, Bey’a: 26; İbn-iMace, Cihad: 39; Müsned, 4:69, 70,199,204.)