Ve sebepsiz on sene sıkıntılı bir tarassutla tazip ettikten
sonra, şimdi de bir sene hapisle beraber bir senede neza-
ret altında tutmak suretiyle, padişahın tahakkümünü kal-
dıramadığı hâlde garazkâr bir hafiyenin veya adî bir poli-
sin tahakkümü altında azap vermektense, idam edilmesi-
ni daha evlâ görür. eğer böyle bir adam dünyaya karış-
saydı ve karışmaya arzusu olsaydı ve hizmet-i kudsiyesi
müsaade etseydi, Menemen Hâdisesinin ve Şeyh said
Vak’asının onar misli olacak bir tarzda karışırdı. dünya-
ya işittirecek bir top sedası, bir sinek sedasına inmeye-
cekti.
evet hükûmet-i cumhuriyenin nazar-ı dikkatine arz edi-
yorum ki, beni bu belâya sevk eden gizli komitenin yap-
tığı tedabir ve ettiği propaganda ve entrikalar bu hâli gös-
teriyor. Çünkü hiçbir hâdisede görülmemiş bir tarzda
umumî bir propaganda, bir entrika ve bir dehşet aleyhi-
mize döndüğüne delil şudur ki: Altı aydır yüz bin dostum
varken hiçbiri bana bir mektup yazamadı, bir selâm gön-
deremedi. Hükûmeti iğfale çalışan entrikacıların ihbara-
tıyla, Vilâyat-ı Şarkiyeden tâ Vilâyat-ı garbiyeye kadar
her yerde istintaklar, taharriyatlar devam ettiğidir.
İşte bu entrikacıların çevirdikleri plân, benim gibi bin-
ler adamı en ağır cezaya çarpacak bir hâdiseye göre
tertip edilmiş. Hâlbuki, en adî bir adamın en adî bir hır-
sızlığı gibi bir hâdiseyi andıracak bir ceza vaziyetini ne-
tice verdi. Yüz on beş adamdan on beş masumlara beş
altı ay ceza verildi. Acaba dünyada hiç bir zîakıl, elinde
adî:
basit, bayağı, sıradan.
aleyh:
ona karşı, onun üzerine.
arz:
sunma.
azap:
ceza, büyük sıkıntı, şiddetli
acı.
belâ:
musibet, sıkıntı.
dehşet:
büyük tehlike karşısında
korkma ve şaşırıp kalma.
delil:
iz, nişan, emare.
entrika:
bir çıkar sağlamak veya
birine zarar vermek maksadıyla
hazırlanan düzen, hile.
evlâ:
daha uygun, daha lâyık, daha
iyi.
garazkâr:
haset eden, kin güden,
kötü kasıt sahibi.
hâdise:
olay.
hafiye:
saklı ve gizli şeyleri araştı-
ran, casus.
hizmet-i kudsiye:
mukaddes hiz-
met; kutsal hizmet.
hükûmet-i cumhuriye:
cumhuri-
yet hükümeti. cumhuriyet idare-
si.
iğfal:
yanıltma, gaflete düşürerek
kandırma, aldatma.
ihbarat:
ihbarlar, bildirmeler,
haber vermeler.
istintak:
sorguya çekme.
komite:
kötü bir maksat için
toplanmış topluluk, cemiyet.
masum:
suçsuz, günahsız, saf,
temiz.
misil:
kat; eş.
müsaade:
izin.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakma,
dikkatli bakış.
nezaret:
gözetme, bakma,
kontrol etme.
propaganda:
bir inanç, düşün-
ce, doktrin gibi hususları baş-
kalarına tanıtmak, benimset-
mek amacını güden ve çeşitli
vasıtalarla yapılan faaliyet.
seda:
ses.
selâm:
barış, rahatlık, selâmet
ve esenlik dileme.
sevk:
yöneltme, gönderme.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tahakküm:
zorbalık etme, zor-
la hükmetme, hükmü altına
alma.
taharriyat:
araştırmalar, ara-
malar, incelemeler, tahkik et-
meler.
tarassut:
gözetme, göz altında
tutma.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tazip:
azap çektirme, eziyet
etme, sıkıntı verme.
tedabir:
tedbirler, önlemler,
çareler, yollar.
tertip:
dizme, sıralama, düzene
koyma.
umumî:
genel.
vakıa:
olay.
vaziyet:
durum.
vilâyet-ı garbiye:
batı vilâyet-
leri, batı illeri.
zîakıl:
akıl sahibi, akıllı.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 722 | Şualar