nüshası mahkeme tarafından bize teslim edildiğinden ve
teksir makinesi resmen yasak olmadığından, âlem-i
İslâm’ın istifadesi fikriyle kardeşlerime neşir için teksirine
izin vererek onların tashihleriyle meşgul olan ve kat’iyen
hiçbir siyasetle alâkadar olmayan ve memleketine gitmek
için resmen izin verildiği hâlde, bütün menfîlere muhalif
olarak, dünyaya ve siyasete karışmamak için sıkıntılı bir
gurbeti kabul edip memleketine gitmeyen bir adam hak-
kında, bu üçüncü ittihamnamedeki asılsız isnatlar ve ya-
lan bahisler ve yanlış manalarla o adamı suçlu yapmaya
çalışanda –şimdilik söylemeyeceğim– dehşetli iki mana
hükmettiğini, bu yirmi ayda bana karşı muamelesi ispat
ediyor. Ben de derim: kabir ve sakar yeter; mahkeme-i
kübraya havale ediyorum.
Sekizincisi
: Beşinci Şua, iki sene denizli ve Ankara
Mahkemelerinin ellerinde kalıp sonra bize iade ettikle-
rinden, denizli Mahkemesinde beraatimizi netice veren
müdafaatımla beraber
Siracünnur
ismindeki büyük mec-
muanın ahirinde yazılmış. gerçi evvelce mahrem tutu-
yorduk; fakat madem mahkemeler onu teşhir edip bera-
atle bize iade ettiler. demek bir zararı yoktur diye teksi-
rine izin verdim. Ve o Beşinci Şuaın aslı, otuz kırk sene
evvel yazılmış müteşabih hadislerdir; fakat ümmette es-
kiden beri intişar eden bir kısmına gerçi bazı ehl-i hadis
bir zaafiyet isnat etmişler, fakat zahirî manaları medar-ı
itiraz olmasından, sırf ehl-i imanı şüphelerden kurtarmak
için yazıldığı hâlde, bir zaman sonra onun harika teville-
rinin bir kısmı gözlere göründüğü için biz onu mahrem
Şualar | 717 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
ise.
mahkeme-i kübra:
en büyük mah-
keme, öldükten sonra bütün in-
sanların diriltilerek Allah huzurunda
hesaba çekileceği mahkeme.
mahrem:
herkesçe bilinmemesi
gereken, gizli.
mecmua:
toplanıp, biriktirilmiş,
düzenlenmiş yazıların hepsi.
medar-ı itiraz:
itiraz sebebi, kabul
etmeme sebebi.
memleket:
bir insanın doğup bü-
yüdüğü yer.
memleket:
bir insanın doğup bü-
yüdüğü yer.
menfî:
nefyedilmiş, sürgün edilmiş,
sürgün.
meşgul:
bir işle uğraşan, ilgilenen.
muamele:
davranma, davranış.
muhalif:
zıt, aykırı.
müdafaat:
müdafaalar, savunma-
lar.
müteşabih:
manası açık olmayan,
mecazî manaya elverişli olan ayet
ve hadisler.
neşir:
yayma, yayım, herkese du-
yurma.
nüsha:
birbirinin aynı olan suret-
lerin her biri.
resmen:
resmî olarak, resmî bir
şekilde.
sakar:
Cehennem.
siyaset:
politika.
tashih:
basılacak bir eserin dizgi-
lerini kontrol ederek yanlışları dü-
zeltme.
teksir:
çoğaltma.
teşhir:
ilan etme, herkese duyur-
ma, gösterme.
tevil:
Kur’ân ve hadislerin açıkla-
masında, geçerli bir delil veya se-
bepten dolayı, ayeti ilk bakışta
görünen manasından alıp, taşıdığı
diğer manalardan, bir veya birkaçı
ile tefsir etme.
ümmet:
Müslümanların tamamı;
bütün Müslümanlar.
zaafiyet:
zayıflık, güçsüzlük, der-
mansızlık.
zahirî:
görünüşte olan; zahire, dışa
ait olan.
ahir:
son.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
bahis:
konu.
beraat:
temize çıkma; bir da-
vanın neticesinde suçsuz ol-
duğu anlaşılma.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ehl-i hadis:
kendisini hadis il-
mine vermiş olan âlimler.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
evvel:
önce.
evvelce:
daha önce.
gerçi:
her ne kadar...
gurbet:
yabancı yere gidip kal-
ma, doğup büyünülen yerler
dışında kalma.
hadis:
Hz. Muhammed’e (a.s.m.)
ait söz, emir, fiil veya Hz. Pey-
gamberin onayladığı başkasına
ait söz, iş veya davranış.
harika:
olağanüstü.
havale:
bir şeyi başka bir yere
veya zamana bırakma.
hükmetme:
hâkim olma, iş-
leme.
iade:
geri verme.
intişar:
yayılma, yaygınlaşma,
neşrolunma.
isnat:
dayandırma, mal etme,
bir şeyi bir kimseye ait gös-
terme.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
ittihamname:
suçlama mek-
tubu.
kabir:
mezar.
kat’iyen:
katî olarak, kesin
olarak, kesinlikle.
madem:
...den dolayı, böyle