hangi kanunla, hangi vicdanla, hangi maslahatla, hangi
suçla bizi ağır ceza ve pek ağır ihanetler ve tecritlerle
mahkûm ediyorsunuz? elbette mahkeme-i kübra-i haşir-
de sizden sorulacak.
İkincisi
: Beni cezalandırmaya gösterdikleri bir sebep,
benim tesettür, irsiyet, zikrullah, taaddüd-i zevcat hakkın-
da kur’ân’ın gayet sarih ayetlerine, medeniyetin itirazla-
rına karşı onları susturacak tefsirimdir.
on beş sene evvel eskişehir Mahkemesine ve Anka-
ra’ya Mahkeme-i temyize ve tashihe yazdığım ve aley-
himdeki kararnamede yazdıkları bu gelen fıkrayı, hem
haşirde mahkeme-i kübraya bir şekva, hem istikbalde
münevver ehl-i maarif heyetine bir ikaz, hem iki defa be-
raatimizde insaf ve adaletle feryadımızı dinleyen Mahke-
me-i temyize,
Elhüccetüzzehra
ile beraber bir nevi lâyi-
ha-i temyiz, hem beni konuşturmayan ve seksen hatası-
nı ispat ettiğimiz garazkârâne ittihamname ile beni iki
sene ağır ceza ve tecrid-i mutlak ve iki sene başka yere
nefiy ve göz nezareti hapsiyle mahkûm eden heyete, ay-
nen o fıkrayı tekrar ediyorum:
İşte, ben de adliyenin mahkemesine derim ki: Bin üç
yüz elli senede ve her asırda üç yüz elli milyon Müslü-
manların hayat-ı içtimaiyesinde kudsî ve hakikî bir
düstur-i İlâhîyi, üç yüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve itti-
faklarına istinaden ve bin üç yüz senede geçmiş ecda-
dımızın itikatlarına iktidaen tefsir eden bir adamı mah-
kûm eden haksız bir kararı, elbette rûy-i zeminde adalet
adliye:
mahkeme, yargılama işle-
riyle uğraşan daire.
aleyh:
ona karşı, onun üzerine.
asr:
yüzyıl.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
beraat:
temize çıkma; bir davanın
neticesinde suçsuz olduğu anla-
şılma.
düstur-i İlâhî:
İlâhî prensip, İlâhî
kaide.
ecdat:
dedeler, büyük babalar,
atalar.
ehl-i maarif:
ilim, irfan sahipleri,
bilgili ve kültürlü kişiler.
evvel:
önce.
fıkra:
bent, madde, paragraf.
garazkârâne:
garez ve düşmanlığa
kapılarak, garazkârlıkla, düşman-
casına.
gayet:
son derece.
hakikî:
gerçek.
haşir:
kıyametten sonra bütün in-
sanların bir yere toplanmaları, Al-
lah’ın ölüleri diriltip mahşere çı-
karması.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal hayat,
toplum hayatı.
heyet:
bir topluluğu meydana ge-
tiren kişilerin bütünü, komite.
ihanet:
hainlik, kötülük etme.
ikaz:
dikkat çekme, uyarma, uyan-
dırma.
iktidaen:
uyarak, tâbi olarak.
irsiyet:
varis olma, mirasçılık.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
istikbal:
gelecek zaman.
istinaden:
istinat ederek, daya-
narak.
itikat:
inanç, iman.
itiraz:
kabul etmediğini belirtip
karşı çıkma.
ittifak:
birleşme, fikir birliği etme.
ittihamname:
iddianame, bir suç
işlemekten dolayı sanık olarak tu-
tuklanan kimseye, o suçun isnadı
hakkında itham hey’eti tarafından
verilen yazı.
kanun:
yasa.
kararname:
sorgu hâkiminin ha-
zırladığı, suçlamaya veya aklamaya
dair resmi yazı.
kudsî:
mukaddes, yüce.
lâyiha-i temyiz:
temyiz yazısı,
yargıtaya yazılan yazı.
mahkeme-i kübra:
en büyük mah-
keme, öldükten sonra bütün in-
sanların diriltilerek Allah huzurunda
hesaba çekileceği mahkeme.
mahkeme-i kübra-i haşir:
haşrin
en büyük mahkemesi, öldükten
sonra bütün insanların diriltilerek
Allah huzurunda hesaba çeki-
leceği en büyük mahkeme.
mahkeme-i temyiz:
temyiz
mahkemesi, mahkeme karar-
larının yolunda verilip veril-
mediğini tetkik etmekle görevli
makam, yargıtay.
mahkûm:
bir mahkemece hü-
küm giymiş, hükümlü.
maslahat:
fayda, maksat.
münevver:
bilgili, kültürlü kim-
se, aydın.
nefiy:
sürgün etme.
nevi:
çeşit, tür.
nezaret:
gözetme, bakma,
kontrol etme.
rûy-i zemin:
yeryüzü.
sarih:
açık, aşikâr.
şekva:
şikâyet.
taaddüd-i zevcat:
birden fazla
kadınla evlenme, birden fazla
kadın alma, çok evlilik.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
tashih:
düzeltme, yanlışını gi-
derme.
tecrid-i mutlak:
hiç kimseyle
görüşememek, tam bir yalnız-
lık.
tecrit:
bir kişinin başka bir in-
san veya nesneyle olan ilişkisini
kesme.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakı-
mından izahı, açıklaması.
tesettür:
örtünme, gösterilmesi
dinen yasak olan kısımların
örtülmesi.
vicdan:
insanın içindeki iyiyi
kötüden ayırabilen ve iyilik
etmekten lezzet duyan ve kö-
tülükten elem alan manevî bir
his.
zikrullah:
Allah’ı zikretme.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 708 | Şualar