Şualar - page 716

bütün kaçırmamak için, üçüncü hakikî şahsiyetimin gizli
çok fenalıklarını ve sû-i hâllerini söylemeyeceğim. Ce-
nab-ı Hak inayetiyle, en edna bir nefer gibi, bu şahsımı
esrar-ı kur’âniyede istihdam ediyor. Yüz bin şükür ol-
sun. nefis cümleden edna, vazife cümleden âlâ” fıkrası-
nı, kararname yazdığı hâlde, beni başka zatların methiy-
le ve risale-i nur manasıyla büyük bir hidayet edici vas-
fını vermekle beni suçlu yapanlar, elbette bu hatanın ce-
zasını dehşetli çekmeye müstahak olurlar.
Yedincisi
: Biz, umum nur risaleleri, denizli ve An-
kara Ağır Cezalarının ve temyiz Mahkemelerinin ittifa-
kıyla beraat ettiğimiz ve umum risale ve mektuplarımızı
bize iade ettikleri ve temyizin bozma kararında, “deniz-
li beraatinde faraza bir hata dahi olsa, o beraat ve
hüküm kat’iyet kesbetmiş; daha tekrar muhakeme edil-
mez” dedikleri hâlde, ben emirdağ’ında üç sene münze-
vi ve iki üç terzi çırağı nöbetle bana hizmet ve pek nadir
olarak beş on dakika bazı dindar zatlardan başka zaruret
olmadan konuşmayan ve tek bir yerde nurlara teşvik
için haftada bir tek mektuptan başka göndermeyen ve
kendi müftü kardeşine üç senede üç mektuptan başka
yazmayan ve yirmi otuz seneden beri devam eden telifi-
ni bırakan, yalnız bütün ehl-i kur’ân ve imana menfaat-
li yirmi sahifelik iki nükte –biri kur’ân’daki tekrarların
hikmetini, diğeri melekler hakkında– bazı meselelerden
başka hiçbir risale daha telif etmeyen, yalnız mahkeme-
lerin iade ettikleri risalelerin büyük mecmualar yapılma-
sına ve eski harfle tabedilen
Ayetü’l-Kübra
’nın beş yüz
âlâ:
yüce, yüksek, büyük.
beraat:
temize çıkma; bir davanın
neticesinde suçsuz olduğu anla-
şılma.
cümleden:
bütün, hep, kâffeten,
cemian, hep birden.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
dindar:
dinî kaidelere hakkıyla ria-
yet eden, dininin emirlerini yerine
getiren, mütedeyyin.
edna:
en açağı, en basit, en kü-
çük.
ehl-i iman:
inananlar, iman sa-
hipleri.
ehl-i Kur’ân:
Kur’ân ehli, Kur’ân’a
inanıp ona uyanlar.
esrar-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın sırları,
Kur’ân’a ait gizlilikler.
fıkra:
bent, madde, paragraf.
hakikî:
gerçek.
hidayet:
doğru inanç ve yaşayış
üzere olmak.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep,
fayda.
hüküm:
bir dâvanın veya bir me-
selenin tetkik edilmesinden sonra
varılan karar.
iade:
geri verme.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
istihdam:
bir hizmette kullanma,
çalıştırma.
ittifak:
birleşme, fikir birliği etme.
kararname:
sorgu hâkiminin ha-
zırladığı, suçlamaya veya aklamaya
dair resmi yazı.
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.
kesb:
kazanma.
mecmua:
tertip ve tanzim edil-
miş şeylerin hepsi, koleksiyon.
medih:
övmek.
menfaat:
fayda.
mesele:
önemli konu.
muhakeme:
akıl yürütüp doğ-
ru netice elde edebilme, tart-
ma, değerlendirme, yargılama.
müftü:
İl ve ilçelerde din işle-
rine bakan ve dinî meselelerle
ilgilenen görevli kimse.
münzevi:
inzivaya çekilen, kö-
şeye çekilmiş, yalnız.
müstahak:
hak eden, hak et-
miş.
nadir:
seyrek, az, ender bulu-
nan.
nefer:
asker, er.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan, hayırlı işlerden alı-
koyan güç.
nükte:
ince manalı, düşündü-
rücü söz.
sahife:
sayfa.
sû-i hâl:
durumun kötülüğü;
kötü hâl, kötü gidişat, fena
hareket tarzı.
şahsiyet:
kişilik.
şükür:
Allah’ın nimetlerine kar-
şı memnunluk gösterme, gerek
dil ile gerekse hâl ile Allah’ı
hamd etme.
tab:
kitap basma.
telif:
kitap yazma, eser ortaya
koyma.
temyiz:
bir davanın kararının
bir üst mahkeme tarafından
tekrar incelenmesi.
umum:
bütün.
vasf:
sıfat.
vazife:
görev.
zaruret:
zorunluluk, mecburi-
yet.
zat:
kişi, şahıs.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 716 | Şualar
1...,706,707,708,709,710,711,712,713,714,715 717,718,719,720,721,722,723,724,725,726,...1581
Powered by FlippingBook