Şualar - page 706

münevver muallim ve talebeleri dahi dinlesinler. İşte bu
yirmi üç senede yüzer işkenceli musibetlerden on tanesi-
ni, Âdil-i Hâkim-i zülcelâl’in dergâh-ı adaletine müşteki-
yâne takdim ediyorum.
Birincisi
: Ben kusurlarımla beraber bu milletin sa-
adetine ve imanının kurtulmasına hayatımı vakfettim. Ve
milyonlarla kahraman başların feda oldukları bir hakika-
te, yani kur’ân hakikatine benim başım dahi feda olsun
diye bütün kuvvetimle risale-i nur’la çalıştım. Bütün za-
limâne taziplere karşı tevfik-i İlâhî ile dayandım. geri çe-
kilmedim.
ezcümle, bu Afyon hapsimde ve mahkememde başı-
ma gelen çok gaddarâne muamelelerden birisi: üç defa
ve her defasında iki saate yakın, aleyhimizde garazkârâ-
ne ve müfteriyâne ittihamnamelerini bana ve adaletten
teselli bekleyen masum nur talebelerine cebren dinlettir-
dikleri hâlde, çok rica ettim, “Beş on dakika bana müsa-
ade ediniz ki, hukukumuzu müdafaa edeyim.” Bir-iki da-
kikadan fazla izin vermediler.
Ben yirmi ay tecrid-i mutlakta durdurulduğum hâlde,
yalnız üç dört saat bir iki arkadaşıma izin verildi. Müda-
faatımın yazısında az bir parça yardımları oldu. sonra
onlar da menedildi. pek gaddarâne muameleler içinde
cezalandırdılar. Müddeinin bin dereden su toplamak
nev’inden ve yanlış mana vermekle ve iftiralar ve yalan
isnatlarla garazkârâne ve on beş sayfasında seksen bir
hatasını ispat ettiğim aleyhimizdeki ittihamnamelerini
Âdil-i Hâkim-i Zülcelâl:
sonsuz
celâl, ve büyüklük sahibi olan, her
şeye adaletle hükmeden Allah.
aleyh:
ona karşı, onun üzerine.
cebren:
cebirle, zorla, kuvvet kul-
lanarak, mecburî.
dergâh-ı adalet:
adalet kapısı,
adalet yeri.
ezcümle:
bu cümleden olarak.
feda:
uğruna verme.
gaddarâne:
zalimce, gaddarca,
merhametsizce, haincesine.
garazkârâne:
garez ve düşmanlığa
kapılarak, garazkârlıkla, düşman-
casına.
hakikat:
gerçek, esas.
iftira:
aslı olmadan birine suç yük-
leme, olmayan bir suçu başkasına
yükleme.
iman:
inanç, itikat.
isnat:
dayandırma, mal etme, bir
şeyi bir kimseye ait gösterme.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
ittihamname:
iddianame, bir
suç işlemekten dolayı sanık
olarak tutuklanan kimseye, o
suçun isnadı hakkında itham
hey’eti tarafından verilen yazı.
masum:
suçsuz, günahsız, saf,
temiz.
men:
yasak etme, engelleme,
mâni olma.
muallim:
ders veren, öğret-
men.
muamele:
davranma, davra-
nış.
musibet:
felâket, belâ.
müdafaa:
savunma, koruma.
müdafaat:
müdafaalar, savun-
malar.
müddei:
dava eden, davacı.
müfteriyâne:
iftira edercesine,
iftira ederek, karalarcasına.
münevver:
bilgili, kültürlü kim-
se, aydın.
müsaade:
izin.
müştekiyâne:
şikâyet eder-
cesine, şikâyet eder gibi.
nevi:
çeşit, tür.
saadet:
mutluluk.
takdim:
arz etme, sunma.
talebe:
öğrenci.
tazip:
azap çektirme, eziyet
etme, sıkıntı verme.
tecrid-i mutlak:
hiç kimseyle
görüşememek, tam bir yalnız-
lık.
teselli:
avutma, acısını dindir-
me.
tevfik-i İlâhî:
Cenab-ı Hakkın
insanı doğru yola lütfu ile sevk
etmesi, başarılı kılması.
vakfetmek:
bağışlamak.
zalimâne:
zalimce, zulmeder-
cesine.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 706 | Şualar
1...,696,697,698,699,700,701,702,703,704,705 707,708,709,710,711,712,713,714,715,716,...1581
Powered by FlippingBook