“Baştaki başların bir kısmı sarhoştur, okumaz. okusa
da anlamaz, yanlış mana verip ilişir. İlişmemek için, aklı
başına gelinceye kadar göstermemek lâzımdır. onun için
kardeşlerime tavsiye ediyorum ki, ihtiyat etsinler, naehil-
lerin ellerine hakikatleri vermesinler” denilmektedir.
xx
[Tesettür,Kur’ân’ınemriveçokkuvvetlicevabı
verilmişveeskiyazılmışvecezayıçektirmişkenyi-
nesuçyapmalarıveİhtiyarLem’asındangayet
kıymetliveherkesemenfaatliveRehberdeyazıl-
mışbirhakikatinyalnızbaşınıyazıpbirsuçmev-
zuudiyemüsaderesineyürümekgösteriyorki,
medar-ıtenkitbirşeybulamıyorlar.]
Yirmi dördüncü lem’ada, tesettür hakkında, tesettür
kur’ân’ın emri olduğunu izahtan sonra, “Mesmuatıma
göre, merkez-i hükûmette, çarşı içinde, gündüzde, ahali-
nin gözleri önünde, gayet adî bir kundura boyacısı, dün-
yaca rütbeten büyük bir adamın açık bacaklı karısına sar-
kıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzle-
rine bir şamar vuruyor” denilmektedir.
Yirmi Altıncı lem’a, ihtiyarlar hakkında, “Ankara’nın
eskimiş kalesinin başına çıktım. o kale tahaccür etmiş
hadisat-ı tarihiye suretinde bana göründü. Benim ihti-
yarlığım, kalenin ihtiyarlığı, şanlı osmanlı devletinin ihti-
yarlığı, hilâfet saltanatının vefatı bana gayet hazin geldi.
Firkatli bir hâlet içinde, geçmiş zamanın derelerine
adî:
basit, sıradan.
ahali:
halk.
aleyh:
karşı, karşıt.
firkat:
ayrılık.
gayet:
son derece.
hâdisat-ı tarihiye:
tarihte meydana
gelmiş olan çeşitli olaylar, geçmişte
olmuş önemli hâdiseler.
hakikat:
gerçek, esas.
hâlet:
hâl, durum.
hayâ:
ahlâk kurallarına bağlı
olma; ar, edep, namus.
hazin:
hüzünlü, acıklı.
hilâfet:
halifelik, Hz. Peygam-
bere vekil olarak Müslümanları
ve İslâmı koruma görevi, İslâm
devlet reisliği.
ihtiyat:
uzak görüşlü olma,
geleceği düşünerek tedbirli ha-
reket etme.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile
anlatma.
medar-ı tenkit:
tenkide sebep
olan, tenkit sebebi, vesilesi.
menfaat:
fayda.
merkez-i hükûmet:
hükümet
merkezi, ülkeyi idare merke-
zi.
mesmuat:
işitilen, duyulan,
haber alınan şeyler.
mevzu:
konu.
müsadere:
toplatma, elden
alma.
naehil:
ehil olmayan, ehliyetsiz,
beceriksiz.
rütbeten:
rütbe olarak, rütbe
bakımından.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şan:
şan, şöhret, ün.
tahaccür:
taşlaşma, taş olma,
taş gibi katılaşma, taş kesil-
me.
tesettür:
örtünme, gösterilmesi
dinen yasak olan kısımların
örtülmesi.
vefat:
ölüm.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 696 | Şualar