Şualar - page 696

“Baştaki başların bir kısmı sarhoştur, okumaz. okusa
da anlamaz, yanlış mana verip ilişir. İlişmemek için, aklı
başına gelinceye kadar göstermemek lâzımdır. onun için
kardeşlerime tavsiye ediyorum ki, ihtiyat etsinler, naehil-
lerin ellerine hakikatleri vermesinler” denilmektedir.
xx
[Tesettür,Kur’ân’ınemriveçokkuvvetlicevabı
verilmişveeskiyazılmışvecezayıçektirmişkenyi-
nesuçyapmalarıveİhtiyarLem’asındangayet
kıymetliveherkesemenfaatliveRehberdeyazıl-
mışbirhakikatinyalnızbaşınıyazıpbirsuçmev-
zuudiyemüsaderesineyürümekgösteriyorki,
medar-ıtenkitbirşeybulamıyorlar.]
Yirmi dördüncü lem’ada, tesettür hakkında, tesettür
kur’ân’ın emri olduğunu izahtan sonra, “Mesmuatıma
göre, merkez-i hükûmette, çarşı içinde, gündüzde, ahali-
nin gözleri önünde, gayet adî bir kundura boyacısı, dün-
yaca rütbeten büyük bir adamın açık bacaklı karısına sar-
kıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzle-
rine bir şamar vuruyor” denilmektedir.
Yirmi Altıncı lem’a, ihtiyarlar hakkında, “Ankara’nın
eskimiş kalesinin başına çıktım. o kale tahaccür etmiş
hadisat-ı tarihiye suretinde bana göründü. Benim ihti-
yarlığım, kalenin ihtiyarlığı, şanlı osmanlı devletinin ihti-
yarlığı, hilâfet saltanatının vefatı bana gayet hazin geldi.
Firkatli bir hâlet içinde, geçmiş zamanın derelerine
adî:
basit, sıradan.
ahali:
halk.
aleyh:
karşı, karşıt.
firkat:
ayrılık.
gayet:
son derece.
hâdisat-ı tarihiye:
tarihte meydana
gelmiş olan çeşitli olaylar, geçmişte
olmuş önemli hâdiseler.
hakikat:
gerçek, esas.
hâlet:
hâl, durum.
hayâ:
ahlâk kurallarına bağlı
olma; ar, edep, namus.
hazin:
hüzünlü, acıklı.
hilâfet:
halifelik, Hz. Peygam-
bere vekil olarak Müslümanları
ve İslâmı koruma görevi, İslâm
devlet reisliği.
ihtiyat:
uzak görüşlü olma,
geleceği düşünerek tedbirli ha-
reket etme.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile
anlatma.
medar-ı tenkit:
tenkide sebep
olan, tenkit sebebi, vesilesi.
menfaat:
fayda.
merkez-i hükûmet:
hükümet
merkezi, ülkeyi idare merke-
zi.
mesmuat:
işitilen, duyulan,
haber alınan şeyler.
mevzu:
konu.
müsadere:
toplatma, elden
alma.
naehil:
ehil olmayan, ehliyetsiz,
beceriksiz.
rütbeten:
rütbe olarak, rütbe
bakımından.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şan:
şan, şöhret, ün.
tahaccür:
taşlaşma, taş olma,
taş gibi katılaşma, taş kesil-
me.
tesettür:
örtünme, gösterilmesi
dinen yasak olan kısımların
örtülmesi.
vefat:
ölüm.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 696 | Şualar
1...,686,687,688,689,690,691,692,693,694,695 697,698,699,700,701,702,703,704,705,706,...1581
Powered by FlippingBook