said nursî imzalı bir mektupta, dârülfünuna inkılâp
eden Harbiye nezaretinin kapısındaki,
(1)
Gk
õj /
õn
Y Gk
ôr
°ün
f *G n
?n
ôo
°ür
æn
jn
h @ Ék
æ«/
Ño
e Ék
ër
àn
a n
?n
d Én
ær
ën
àn
a És
fp
G
hatt-ı kur’ânînin üzeri mermer taşlarla kapatılmışken,
meydana çıkarılması, şimdi yeniden hatt-ı kur’ânîye bir
numune-i müsaade ve risale-i nur’un takip ettiği maksa-
dına bir vesile ve üniversitenin bir nur medresesi olması-
na işaret olarak gösterilmektedir.
xx
[Tekbiratü’l-Huccacmektubumdahakikatveiza-
hımakarşıtenkitlerine,Hüsrev’inahirdekihaşiye-
sitamcevaptır.]
saidü’n-nursî imzalı “tekbiratü’l-Huccac fî Arafat”
başlıklı mektupta, “nurun ehemmiyetli bir kısım şakirtle-
ri pek musırrâne olarak ahirzamanda gelen Âl-i Beytin
büyük bir mürşidi seni zannediyorlar. sen de onların fi-
kirlerini musırrâne kabul etmiyorsun, çekiniyorsun. Bu bir
tezattır. Hallini isteriz” diye sormaları sebebiyle, onlara
cevap olmak üzere, bundan sonra gelecek Mehdî-i
resulün temsil ettiği kudsî cemaatin şahs-ı manevîsinin
üç vazifesi olduğu, bunların imanı kurtarmak, hilâfet-i
Muhammediye (
AsM
) ünvanıyla şeair-i İslâmiyeyi ihya
etmek ve inkılâbat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı kur’â-
niyenin ve şeriat-ı Muhammediyenin (
AsM
) kanunlarının
bir derece ta’tîle uğramasıyla o zat bu vazife-i uzmayı
Şualar | 699 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
değişimler, dönüşümler.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile an-
latma.
kudsî:
mukaddes, yüce.
maksat:
gaye.
Mehdî-i resul:
Resulullahın Âl-i
Beytinin neslinden gelen ahirza-
manın en büyük mürşidi, hidayet
edicisi.
musırrâne:
ısrar ve inatla, ısrarlı
bir şekilde.
mürşit:
irşat eden, doğru yolu
gösteren, rehber, kılavuz.
numune-i müsaade:
izin örneği.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs, belli
bir kişi olmayıp bir cemaatte mey-
dana gelen manevî şahıs.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şeair-i İslâmiye:
İslâma ait işaretler,
İslâma sembol olmuş iş ve iba-
detler.
şeriat-ı Muhammediye:
Hz. Mu-
hammed’in (a.s.m.) şeriatı; Hz. Mu-
hammed’in (a.s.m.) tarif ettiği, ge-
tirdiği ve bildirdiği şeriat; İslâm
dini.
tatil:
kesme, durdurma.
tekbiratü’l-huccac fî arafat:
ha-
cıların Arafat Dağına çıktıkları za-
man tekbir getirmeleri.
tekbiratü’l-hüccac:
hacıların tekbir
getirmeleri.
temsil:
birinin, bir topluluğun adına
hareket etme.
tenkit:
eleştirme.
tezat:
zıtlık, aykırılık.
ünvan:
şöhret, ad, isim.
vazife:
görev.
vazife-i uzma:
en büyük vazife.
vesile:
aracı, vasıta.
zat:
kişi, şahıs.
ahirzaman:
dünyanın son za-
manı ve son devresi, dünya
hayatının kıyamete yakın son
devresi.
ahir:
son.
ahkâm-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın
hükümleri.
Âl-i Beyt:
Hz. Muhammed’in
(a.s.m.) ailesinden olan, Hz. Mu-
hammed’in (a.s.m.) ev halkı.
cemaat:
topluluk, aralarında
çeşitli bağlar bulunan insanlar
topluluğu.
dârülfünun:
üniversite.
ehemmiyetli:
önemli.
hakikat:
gerçek, esas.
hall:
çözme, karışık bir mese-
leyi şüphe edilmeyecek dere-
cede açıklama.
Harbiye Nezareti:
Osmanlıda
Savunma Bakanlığı.
haşiye:
dipnot.
hatt-ı Kur’ânî:
Kur’ân hattı,
yazısı.
hilâfet-i Muhammediye:
Hz.
Muhammed’den sonra, onun
Kur’ân davasını ve sünnetini
devam ettirip temsil etme.
ihya:
canlandırma, diriltme,
hayat verme.
iman:
inanç, itikat.
inkılâbat-ı zamaniye:
zamana
bağlı olarak meydana gelen
1.
Biz sana apaçık bir fetih yolu açtık. • Ve Allah sana pek şerefli bir zaferle yardım etsin. (Fe-
tih Suresi: 1, 3.)