yapmaya çalışır. nur Şakirtleri birinci vazifeyi tamamıyla
risale-i nur’da gördüklerinden, ikinci, üçüncü vazifeleri
de, buna nispeten ikinci, üçüncü derecededir diye, risa-
le-i nur’un şahs-ı manevîsini haklı olarak bir nevi mehdî
telâkki ediyorlar. Bir kısmı, o şahs-ı manevînin bir mü-
messili olan bîçare tercümanını zannettiklerinden, bazen
o ismi ona da veriyorlar. Hatta, evliyanın bir kısmı, kera-
met-i gaybiyelerinde risale-i nur’u aynı o ahirzamanın
hidayet edicisi olduğu, bu tahkikatla teville anlaşılır diyor-
lar. İki noktada bir iltibas var; tevil lâzımdır.
Birincisi
: Ahirde iki vazife, gerçi hakikat noktasında
birinci vazife derecesinde değiller. Fakat hilâfet-i Muham-
mediye (
AsM
) ve ittihad-ı İslâm avamda ve ehl-i siyasette,
hususan bu asrın efkârında o birinci vazifeden bin derece
geniş görünüyor. gerçi her asırda hidayet edici bir nevi
mehdî ve müceddit geliyor ve gelmiş. Fakat her biri üç
vazifeden birisini bir cihette yapması itibarıyla, ahirza-
manın büyük mehdîsi ünvanını almamışlar.
İkincisi
: Ahirzamanın o büyük şahsı Âl-i Beytten ola-
cak. gerçi manen ben Hazret-i Ali’nin
(
rA
)
bir veled-i
manevîsi hükmündeyim. ondan hakikat dersini aldım. Ve
Âl-i Muhammed (
AsM
) bir manada hakikî nur Şakirtleri-
ne şamil olmasından, ben de Âl-i Beytten sayılabilirim.
Fakat nurun mesleğinde hiçbir cihette benlik, şahsiyet,
şahsî makamları arzu etmek, şan ve şeref kazanmak
ahirzaman:
dünyanın son zamanı
ve son devresi, dünya hayatının
kıyamete yakın son devresi.
ahir:
son.
Âl-i Beyt:
Hz. Muhammed’in (a.s.m.)
ailesinden olan, Hz. Muhammed’in
(a.s.m.) ev halkı.
Âl-i Muhammed:
Hz. Muham-
med’in (a.s.m.) neslinden gelen-
ler.
asır:
yüzyıl.
avam:
kültürlü, yüksek tabakadan
olmayan; cahil halk tabakası.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cihet:
yön.
efkâr:
düşünceler, fikirler, görüş-
ler.
ehl-i siyaset:
ülkenin idaresiyle
meşgul olanlar, siyaset adamları,
politikacılar.
evliya:
velîler, Allah dostları.
gerçi:
her ne kadar...
hakikat:
gerçek, esas.
hakikî:
gerçek.
hidayet:
doğru inanç ve yaşayış
üzere olmak.
hilâfet-i Muhammediye:
Hz. Mu-
hammed’den sonra, onun Kur’ân
davasını ve sünnetini devam ettirip
temsil etme.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
iltibas:
karıştırmak.
ittihad-ı İslâm:
İslâm birliği, Pa-
nislâmizm.
keramet-i gaybiye:
gaypla ilgili
keramet, istikbal ile alâkalı kera-
met.
makam:
yer, mevki.
manen:
mana bakımından, ma-
naca.
mehdî:
bazı hadislere göre kıyamet
yaklaşınca zulmü ve şirki ortadan
kaldırarak inananlara saadet ve
adaleti getirecek Ehl-i Beytin nes-
linden gelen imam.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sis-
tem.
müceddit:
hadis-i şerifle, her
asır başında geleceği müjde-
lenen dinin yüksek hizmetkârı;
dine yeni bir tarzla yaklaşan,
asrın şartlarına göre ve ortaya
atılan yeni şüphe ve taarruzlara
karşı dini yorumlayıp kuvvet-
lendiren büyük âlim.
mümessil:
temsil eden, tem-
silci.
nevi:
çeşit, tür.
nispeten:
nispetle, kıyaslaya-
rak.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs,
belli bir kişi olmayıp bir ce-
maatten meydana gelen ma-
nevî şahıs.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, husu-
sî.
şahsiyet:
kişilik.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şamil:
içine alan, kapsayıcı.
şan:
şan, şöhret, ün.
şeref:
manevî büyüklük, yü-
celik, onur.
tahkikat:
araştırmalar, soruş-
turmalar.
telâkki:
anlama, kabul etme.
tevil:
yorumlama, yorum.
ünvan:
şöhret, ad, isim.
vazife:
görev.
veled-i manevî:
manevî evlât,
mürit (şeyhe göre).
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 700 | Şualar