gizli ezan ve kametimize müdahale edildi. ‘niçin Arabî
kamet ediyorsunuz ve gizli ezan okuyorsunuz?’ denildi.
sükûtta sabrım tükendi. kabil-i hitap olmayan öyle vic-
dansız alçaklara değil, belki milletin mukadderatıyla key-
fî istibdatla oynayan bir kısım firavunmeşrep gizli komi-
tenin başlarına derim ki: ey ehl-i bid’a ve ilhad! Altı suali-
me cevap isterim.
“Birincisi: dünyada hükûmet süren, hükmeden her
kavmin, hatta insan eti yiyen yamyamların ve vahşî ca-
navar çete reislerinin dahi bir usulü var, bir düsturla hük-
meder. siz hangi usulle bu acip tecavüzü yapıyorsunuz?
kanununuzu ibraz ediniz. Yoksa bazı alçak memurların
keyiflerini kanun mu kabul ediyorsunuz? Böyle hususî iba-
dette kanun olmaz.”
xx
[Medar-ıteessüftürki,hemeski,hemmahrem,
hemhakikatliolanİşarat-ıSeb’adabirikicümle-
yeilişipmüsaderesinevebizesuçyapmayaça-
lışmışlar.Hâlbukiohakikatokadarkuvvetlidirki,
bütünbeşeriyetevedünyayailânedilecekbir
maslahat-ıhayat-ıiçtimaiyedir.]
dünyada en büyük ahmak odur ki, dinsiz serserilerden
terakkiyi ve saadet-i hayatiyeyi beklesin. Böyle ahmaklar-
dan mühim bir mevkii işgal eden birisi demiş ki: “Biz Al-
lah Allah diye diye geri kaldık. Avrupa top tüfek diye di-
ye ileri gitti.”
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
arabî:
Arabcaya ait, Arap dili ile
ilgili.
beşeriyet:
insanlık.
düstur:
kaide, esas, prensip.
ehl-i bid’a:
bid’atçılar, doğru yoldan
sapıp hurafelerin peşinden giden-
ler.
ehl-i ilhad:
ilhad ehli, doğru meslek
ve dinden, hak yolundan çıkıp
batıl yola sapan imansızlar, din-
sizler.
firavunmeşrep:
benlik ve enaniyet
yönüyle firavun yolunda yürüyen.
hakikat:
gerçek, esas.
hususî:
özel.
hükmetme:
hâkim olma, emri al-
tında tutmak.
ibraz:
meydana çıkarma, ortaya
koyma, gösterme.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
istibdat:
idarede görülen her türlü
kanun dışı tazyik, baskı.
kabil-i hitap:
kendisiyle konuşu-
labilir, söz anlar, hitaba lâyık,
muhatap olabilen.
kanun:
yasa.
keyfî:
kanun ve nizama uygun
olmayarak, yol ve usule aykırı,
keyfe, arzuya, isteğe bağlı, ke-
yifle ilgili.
komite:
kötü bir maksat için
toplanmış topluluk, cemiyet.
mahrem:
herkesçe bilinme-
mesi gereken, gizli.
maslahat-ı hayat-ı içtimaiye:
sosyal hayata faydalı olan şey.
medar-ı teessüf:
teessüf etti-
ren, eseflenme, beğenmeme
sebebi.
mevki:
yer, makam.
mukadderat:
Allah tarafından
ezelde takdir olunmuş şeyler,
ileride meydana gelecek hâller
ve olaylar, alın yazısı.
müdahale:
karışma.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.
müsadere:
toplatma, elden
alma.
reis:
başkan.
saadet-i hayatiye:
hayattaki
mutluluk.
serseri:
gayesiz, hedefsiz; öte-
den beri başıboş olan.
sual:
soru.
sükût:
susma, sessiz kalma.
tecavüz:
saldırma, sınırını
aşma.
terakki:
yükselme, ilerleme.
usul:
metot, metodoloji; esas-
lar, kaideler.
vahşî:
merhametsiz, duygusuz;
medenîleşmemiş, barbar.
vicdan:
insanın içindeki iyiyi
kötüden ayırabilen ve iyilik
etmekten lezzet duyan ve kö-
tülükten elem alan manevî bir
his.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 694 | Şualar